Yemekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yemekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Değişik Bir Lezzet: Endonezya'nın Mangal Kömürlü Kahvesi Kopi Joss ( Cozzzz kahve)

Endonezya dünyanın önde gelen kahve üreticilerinden biri. Bu ülkede 19000 tane ada var, lezzet tercihleri de bu sayıya uygun şekilde artmış. Neredeyse her bölgenin kendine ait kahvesi var: aşırı şekerli sütle yapılan Kopi Susu'dan tutun, sansara benzer bir hayvanın kahve yiyip çıkardığı dışkılardan elde edilen Kopi Luwak' a kadar. Bin bir çeşit kahve arasında bir tanesi daha var ki burada adından söz etmeye değer.

Kopi Joss.  "Kopi" Endonezya dilinde kahve demek. "Joss"'u ise tercüme etmeye gerek yok kahveye mangal kömürü daldırırken çıkan cozzzzzz sesi. Yani "cozzzz kahvesi".



Kahve yavaş yavaş kaynatılarak hazırlandıktan sonra müşteri Kopi Joss istediğinde bir bardağın üstünde mangal kömürü sığacak kadar boşluk bırakılıp servis ediliyor. Hani kafelerde sorarlar ya:" süt için pay bırakayım mı?". Aynı hesap.

Kahve önünüze konduktan sonra mangalda yanmakta olan kömürlerden birini alıp kahvenize cozzz ediyorlar.

Endonezyalılar mangal kömürünün kahvedeki sertliği azaltıp içimini çok yumuşak ve kolay hale getirdiğini söylüyorlar. Karar sizin.

Gezmek lazım bazen.








http://www.simdigezelim.com/p/takip-et.html

Beşinci Tad: "Umami"


Aldığımız tadları sıralayalım: acı, tatlı, tuzlu, ekşi ve "Umami". Umami ne? dediğinizi görür gibiyim.

Umami, Japonca'dan alınmış bir kelime ve doygunluk, tadın dolu olması anlamına geliyor. İçinde Umami olan yiyecekler çoğunluk tarafından seviliyor. Umami ile ilk tanışmamız anne sütünden. İlk tanıştığımız tad ama çoğumuz daha adını bile bilmiyoruz. En fazla et, et suyu, balık, domates gibi ürünlerde oluyor. Küçük çocukların 6-7 yaşına kadar her şeye ketçap koyma takıntısının sebebi de Umami: ketçapta çok var. Makarna'sına tepeleme ketçap koyan ufaklık aslında yemeğini sadece anne sütüne benzetip lezzetini arttırmaya çalışıyor o kadar. 

Lokantacılar umaminin dayanılmaz çekiciliğini bunu keşfetmiş elbet. Hazır aldığınız yemeklerin ya da çorbaların etiketini bir okuyun. İçinde "glutomat" sözcüğü geçiyorsa suni olarak "umami" katıldığını bilin, tadı gerçekte iyi değil sadece size öyle geliyor. Özellikle MSG ( monosodyum glutomat) katılan yemeklerin sonradan başağrısından obeziteye kadar varan etkileri olduğu saptanmış. Özellikle Çin lokantları fazla umami'den sabıkalılar. Seyahatteyken aklınızda olsun.

Afrika'nın yemeği: Ugali

Bizim için ekmek neyse Afrika'lı içinde Ugali o.

Ugali, mısır unu , su ve yağla hazırlanan doyurucu bir katık. Özellikle doğu Afrika sofralarında illaki var.
Ugali'de protein yok. Afrika'nın bazı bölgelerinde günlük öğünlerde başka protein kaynakları eklenmezse fazla ugali tüketimi unutkanlıkve ölüme kadar giden sorunlara yol açabiliyor.

Kiminin yemeği kiminin maması: Manda Tendonu

Güneydoğu Asya'da Laos'un kuzeyinden gezerken otobüs aktarması sırasında 4 saat kadar küçük bir köyde bekledim. Yabancı görmeye pek alışkın olmayan köylüler beni bahçelerine bira içmeye davet etti. Bir sürü adını bilmediğim meze geldi. Ne olduklarına pek bakmadan götürdüm, ama bir tanesi var ki yedim ama sakız gibi mümkün değil yutmak. Orada İngilizce bilen tek kişiye "bu ne yahu yutulmuyor?" diye sordum. Güldü "yutmayacaksın zaten, çiğne tadını al ve sonra tükür" dedi ve ekledi " o yemeye çalıştığın manda tendonu, 2 saat uğraşşan da yumuşamaz ama birayla iyi gider". 


Geçenlerde merak ettim ve hızlı bir internet araması yaptım: Manda tendonu meğer aranılan bir köpek maması imiş. Eh gezgin umduğunu değil bulduğunu yer.Manda tendonu= sadece köpeklere ve ağzının tadını bilen gezginlere.

Kral Midas'ın Birası





Sakarya'da bulunan antik Gordion  kenti Kral Midas'ın mezarına da ev sahipliği yapmaktadır.  Pennsylvania Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi mezarda Kral Midas'ı son yolculuğuna göndermek için konulan 157 çeşit yiyecek içecek kabından alınan örnekleri incelemiş ve bir kaçının içinde çooook eskiden bira yapıldığını saptamış. Modern yöntemlerle biranın nelerden yapıldığı ortaya çıkarılmış ve yeniden yaratılmış: 2700 senelik bir tarifle hazırlanan Kral Midas birası ABD'de piyasaya verilmiş.


Dağ Karidesi Yer Misiniz?

-Dağ Karidesi Yer Misiniz?

- Karides dağda olur mu?

- Olur, tabi yer misiniz?

-Evet, karides yerim, dağ karidesi de yerim.

dediniz....



O zaman buyrun  çekirge yemeğine.


Çekirge'yle karides uzaktan akrabalar ( bkz. Artropod ailesi). Birini yeyip diğerine uzaktan bile dokunmadığınız bu iki canlı temelde aynı. Bir duruma/tanıma/olaya/millete/yemeğe/hayata başka bir açıdan bakınca çok farklı sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Yola çıkmak yeni bir bakış açısı denemek için çok iyi bir fısatttır. Yola çıktığınızda olabildiği kadar yeni şeyler denemeye ve eski katılaşmış alışkanlıklarınızı gzöden geçirmeyi deneyin. Bunlar ufak şeyler de olur, yemek gibi küçük şeyler de... Maksat yönetiminizi otomatik pilottan alıp istediğiniz yöne çekmek.

Şimdi: çekirge'ye ne dersiniz?



Çinde çekilen bu fotoğraftakiler doğruyu bulmuş: çekirge ve karides ızgarası....



Çin'den "Izgara çekirge" sizi açmadı mı ? O zaman Meksika'dan "Çekirge dürüm" e ne dersiniz?

    Muzlu Pancake Yolu






















    Sırt çantasıyla yola çıktıysanız ister Güney Amerika'da olun ister Asya'da yabancıların uğradığı her yerde bulabileceğiniz bir yemek var: pancake  ( tavakek??) . Pancake isteğe göre tatlı, aşırı tatlı,çınar şuruplu, reçelli, hamurlu, ballı, tereyağlı olabilen ve doydum hissini hem hızlıca hem ucuza yaratan bir yemek. Pancake'i kimine göre sadece kahvaltıda yenmekte ama çoğu kimse için  kahvaltı/öğlen/akşam yemeği.




    Bu yemek batılı gezerlerle öylesine bağdaştırılmış ki sırt çantalıların çok gezdiği bölgelere "Muzlu Pancake Yolu" da denmektedir. "Yabancıların hepsi pancake sever"'den hareket eden işportacılar el arabalarında bile yerel halkın yanından geçmediği bu yemeğin envai türünü yaparlar.

    Bir dahaki gezinizde herkesin gezdiği yerleri boş verin, yoldan çıkın, pancake bölgesinden olabildiğince uzağa kaçın. Geziniz biraz daha zahmetli ama çok daha zevkli olacak.

    Bundan sonraki 4-5 yazıda alışımışın dışında lezzetlere dalacağız sizinle.


    Kapadokya'da Dünyayı Gezen Pideci


























    Kapadokya'ya yolunuz düşerse hem gönlünüzü hem midenizi aynı anda doldurmak için Avanos'ta gezgin İsmet İnce'nin pide lokantasına uğramanızı salık veririm: pideler enfes + gezilen yerlerden anılar tavsiyeler ve planlar tam gezgin damağına layık.



    İsmet Abi, Avanos'lu. Uzun bir süre Ankara'da bir şirkette çalıştıktan sonra emekliliğinde doğduğu topraklara dönmüş ve  Tafana Pide ve Kebap'ı açmış. Genelde Ramazan aylarında müşteri azalınca İsmet Abi kendini yollara atıyor ama yolu geldiyse zamana dikkat etmeden gezdiği de oluyor.



























    İsmet abi'nin neden ve nasıl gezdiğini benden değil de doğrudan kendisinden öğrenelim. Sitesinden bir yazıyı aşağıya koydum, geri kalanlar için sitenin adresi şöyle:  http://tafanarestoran.com/blog/ .   Avanos'tan geçerseniz mutlaka uğrayın: Tafana'nın adresi: Atatürk cad. No 31. Avanos/ Nevşehir. Tel: 0384 511 4862.


    DÜNYAYI DOLAŞAN PİDECİ’DEN



    İLK SÖZ…
    Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler bu kitabın yalnızca tek bir sayfasını okumuş olur.
    Augustinus

    Ortaokul yıllarımda, Türkiye’deki pek çok elçilikle yazışır, ülkelerine dair kitap isterdim. Sınıftan çağrılarak verilen çok sayıdaki kitap paketini açar, okuyacağım anı sabırsızlıkla beklerdim.
    Dünyanın yedi harikasını buldum o kitaplarda. Paris’in Eyfel Kulesi’ni, Mısır’ın Piramitleri’ni, Amerika’nın Özgürlük Anıtı’nı, Çin Seddi’ni, Venedik Kanalları’nı tanıdım uzaktan.
    Daha 14 yaşında Rio Karnavalı’na katıldım. Afrika’nın balta girmemiş ormanlarına daldığımda henüz ortaokul 3. sınıf öğrencisiydim.
    Iguazu Şelaleleri’ni ilk o kitaplardan birinde gördüm. Kitabın birinin ön yüzünü oluşturuyordu Tac Mahal. Peru’nun Machu Picchu’suydu rüyama giren. Okul müdürümün “oğlum nereden aklına geldi” dediği bir elçilikten gelen paketten çıkan mavi kaplı kitapta anlatılıyordu Patagonya .
    Üst üste koyunca hepsini yaşadım çocukluğumun hayal dünyasında!
    . . . Derken, aradan yıllar geçti. Bu defa, öğrenci değildim. O yıllarım geride kalmış, iş hayatına atılmıştım. Çocukluğumun geçtiği Avanos’ta pide salonu çalıştırıyordum artık. Yani, sizin anlayacağınız, ”pidecilik” işte!
    . . .
    91 yılının, yağmurun hafif hafif çiselediği bir nisan akşamı restoranımda otururken, elime tutuşturulan bir davetiyeyle başladı benim uzun yolculuğum. . .
    Dostoevsky’nin “tahayyül edebileceğim en güzel kent” dediği Leningrad, bugünün St. Petersburg’uydu ilk rotam. Arkasından Hindistan, Mısır ve diğerleri geldi.
    Artık, okul yıllarımın hayalleri, bugünün gerçekleri olmuştu. Şimdilerde bu gerçekliği, dünyanın dört bir tarafını yıllardır dolaşarak yaşamaya çalışıyorum.
    Bugüne kadar Asya, Avrupa, Afrika, Orta ve Güney Amerika’da çok sayıda ülke gezdim. Bunu, hep tek başıma yaptım. Yani, ne bir tura katıldım, ne de bir acenteyle anlaştım. . .
    Gittiğim ülkelerde genellikle pansiyon, misafir evi gibi küçük ölçekli işletmelerde ya da evlerde kalmaya gayret ederim.
    Bunu, özellikle böyle istiyorum. Çünkü, bu yönüyle, geleneksel hayatı, yerel kültürü yakından tanıma fırsatı elde etmiş oluyorum. Gittiğim yerlerde kimseyi tanımıyorum aslında. Her tarafta insan yaşıyor ya, o yetiyor bana. Benim tarzım, bu! Bundan büyük keyif alıyorum. Öğrendiklerimse çok fazla. . .
    Bana çok sorulur: “En çok hangi ülkeyi beğendin?
    Bu, tamamen sizin tarzınıza, geziden neyi anladığınıza bağlı! Buna benim cevabım; “hepsini” dir.
    Neden mi?
    Balarısı, hep çiçekler arasında dolaşır ve her çiçekten bir tat alır, aldığı tatlardan balını yapar. Gezi de böyle. Ben de her ülkeden bir tat aldım. Gördüm ki, her birinin kendine has ayrı bir tadı var. Birinde bulduğum tat, diğerinde yoktu. Fakat, hepsinin kendine göre lezzeti vardı. Ayrı ayrı olsalar da, hepsi de tatlıydı.
    Öyle bir şey işte!
    Gezmek, bence var olmaktır. Bu yüzden, yeni tatlar bularak, var olmaya devam edeceğimi söyleyebilirim.
    Haaa, aklıma geldi bu arada; “işim mi?” “Onu ne yaptığımı mı” soracaksınız? “Gideceğim zaman kapatıyorum!
    . . .
    İnsan, bir şeyi “isterse” yapıyor. Önce istemek. . . Sonra, arkası geliyor.
    Bunu bir “pideci” yapabiliyorsa, herkes yapabilir. Yeter ki istesin! Para mı?. . . Nerelere harcamıyoruz ki? Üstelik çok fazla da gerekmiyor zaten. Sadece “istemek”. Bence, hepsi bu!
    Okul yıllarımda bir hocam vardı. Hep derdi ki; “çocuklar, hayatınıza estetik katın. Hayatta her şeyin bir estetiği vardır. Yolda yürümenin, yemek yemenin, konuşmanın estetiği. . . Ateşin yanışını bir izleyin; dans eder gibi yanar. . . Yaprağın daldan düşüşüne bakın bir kez; nazlı nazlı düşer, sonsuzluğa bırakır kendini, salına salına. . . Hiç ateş dümdüz çıksa, keyif verir mi izleyenlere? Yaprak, bir çizgi gibi inse yere, hiç hayran bıraktırır mı insanı kendine? Olmaz! Çünkü, dans eder gibi yanması ateşin, salına salına düşüşü yaprağın estetiğidir de ondan. O nedenle, siz de hayatınıza estetik katın çocuklar. Yaşamınızın bir estetiği olsun. Estetiği!. . . ”
    İstemekle başlıyor her şey! Sevmek bile!. . . Düşünün bir kez; bir çocuk nasıl istemez sevilmeyi, nasıl istemez bir gül koklanılmayı. . . Büyür mü çocuk sevilmeden, açar mı gül koklanmadan? Çocuk sevilmek, gül koklanmak ister elbette. . . Ama mutlaka ister!
    Gezmek de öyle!
    Bu, kendimiz, hayatımız, yaşadığımız kent için gerekli. Hem de çok gerekli. . .
    . . .
    Bu yüzden, bu site; sıradan bir restoran sitesi olmanın ötesinde, ilave ettiğim “ 
    GEZİLERİM “ başlığı altındakilerle –istemeye- hizmet etsin istedim.
    Eğer, yapmaya çalıştıklarım buna katkı sunarsa, bu site, ancak o zaman gerçek amacına ulaşmış olacaktır.
    Bunu çok isterim! Neden mi?
    …SON SÖZ:
    Unutmayalım ki, “ Bir şehri şehir yapan insandır, surlar veya gemiler değil.
    Thukydidas

    Midem çelik gibi diyenlere: Kızarmış "Mars" ve Kızarmış "Oreo"

    Gezerken tatma şansına sahip olduğum ama "bir daha tatmasam da olur " dediğim iki lezzet var ki evlere şenlik: 

    Birincisi, Buffalo, Nwe York'ta yapılan bir tatlı: "Yağda Kızarmış Oreo". Oreo, küçük Çokoprens gibi bir şey: iki bisküvi arasında çikolata var. İşte bunu bir de ekmek kırıntılarına bulayıp yağda kızartırsanız alın sizi 2 gün tok tutacak bir tatlı. Buffalo, New York'a uğrarsanız denemeden de geçebilirsiniz.


    İskoç mutfağının mide düşmanı ise Mars çikolatasının yağ, un , ekmek karışımıyla kızartılmasıyla elde ediliyor. İyice raydan çıkmış olanlar Mars kızartmada hayvan yağı da kullanabilirler. Glasgow caddelerinde rastlarsanız deneyin, cidden unutamayacaksınız :)



    Edebiyat Tanrısı, Çay ve Tainan

    Tayvan'ın güneyindeki Tainan şehri, hem  ülke Çin hanedanına bağlıyken eyalet başkenti olması sebebiyle  hem de Avrupalıların şehirde ticaret için merkez kurması sebebiyle, bir çok eski eseri barındırıyor. Hatta Tayvan adının da Tainan'ın eski ismi olan Tayoun'dan geldiği sanılıyor. Jet hızıyla özetlersem: 17 yy. başlarında bölgeye ticaret yapmak için Portekiz, İspanyol ve Hollanda gemileri gelmişler. Sonunda bölgede üstünlük kuran Hollandalılar, Tainan'da ticaret yapan gemilerini korumak üzere Zeelandia adını verdikleri küçük bir kale kurmuşlar. Hollandalılar yenilince yerlerini Çin hanedanı almış ve Tainan'ı eyalet başkenti yapmış. Şehirde hem Çinlilere hem de Avrupalılara ait eserler halen ayakta. Tainan'da görecekleriniz hayretten ağzınızı açık bırakmazsa en azından ağzınızın tadını yerine getirir. Tainan hem yemekleri hem de çay kültürü ile de tanınıyor.

    Taipei'ye göre küçük ve gezmesi daha kolay olan Tainan'da ilk durağımız Chikan kulesi.  Geceleyin daha güzel gözüktüğü için karanlık basınca ziyaret edilmesi tavsiye edilen Chikan kulesi şehir merkezinde ve yakınlarında dört ayrı gece pazarı var. Yani hem göze hem mideye hitap ediyor. Bunlara ek olarak edebi zevklere de hitap ediyor. Açıklayayım: 
    Chikan kulesinin bir katı "Edebiyat tanrısı"na ayrılmış. Evet, Tayvan inanışları arasında edebiyat tanrısı da var.

    Eski zamanlarda yakındaki okulda öğrenim gören öğrenciler sınava girmeden önce Chikan kulesinde edebiyat tanrısına dua ederlermiş. Bu adet halen değişmeden devam ediyor.

     Yukarıda resmi görülen edebiyat tanrısı her ne kadar ters bir zata benzese de yardımsever olsa gerek Çünkü ona ayrılan oda bugün bile not istekleri ve alınan iyi notların kanıtları ile dolu. İki duvar sadece iyi not istekleri ve edebiyat tanrısının desteği ile alınan notlara ayrılmış: istediğiniz notu yazıp tahtaya yerleştiriyorsunuz, istediğiniz olduğunda geri dönüp karnenizi bırakırsınız artık değil mi?
     Chikan'dan çıkınca yakındaki gece pazarlarından birine uğramadan hostele dönmek yok: edebiyat tanrısı tembihledi, yiyeceksiniz. Hem buranın ünlü " tabut tost"unu yemeden nereye? Özetle içi binbir türlü malzemeyle dolu ekmek hamuruna banılmış ve yağda pişirilmiş bir yemek. Lezzetli ve ciddi anlamda doyurucu. Yanında tabi çay: yalnız Tayvan'da çay deyince duracaksınız. Bizde çay deyince ya demleme anlarsınız ya daldırma, burada ise çayınızı nasıl alırsınız? Kavunlu, üzümlü, çilekli, mangolu, karpuzlu, elma, muz, hindistan cevizi, avokado, jackfruit, badem ? Bunlar yapabileceğiniz seçimlerin sadece küçük bir kısmı. 

     Sabah kahvaltısında istiridye omleti yedikten sonra ( buraya özgü bir şey akşam yemeğinde yenir, yumurtalı bir şey istedi ya canım uysa da olur uymasa da). Üzerine de inci sütlü çayı götürelim. İçindekiler bizim kahvaltıları andırsa da ne görüntüsü ne tadı aynı, ama güzel. Kahvaltı sonrası Hollandalılardan kalma Zeelandia kalesine gidelim.
    Kalenin şimdi kullanılan ismi Anping. Geriye kısa bir sur dışında hemen hiçbir şey kalmamış, kalenin üzerine yenilerde bir de kule dikmişler. Doğal olarak Anping kalesi önünde de onlarca yemek tezgahı var. Susamlı, soyalı, kakaolu, sütlü çay denemek isteyen? Evet haklısınız tadlar çok karıştı ama içtiğimiz her şey sonunda midede karışmıyor mu?
    Kaleden yeniden şehir merkezine dönüp zamanının en önemli Konfiçyus tapınaklarından biri olan adı üzerinde "Konfiçyus Tapınağı"na gidelim.
    Tapınağın önündeki kapı bana Nasreddin Hoca'yı çağrıştırdı birden. Size de öyle gelmedi mi? Hoca buralara gelmişti haberimiz mi olmadı yoksa? Laf aramızda evet Nasreddin Hoca buralara da gelmiş: buradaki ismi Afanti. Hatta Çinlilerin Nasreddin Hoca'nın maceralarını anlatan 13 bölümlük bir çizgi filmi bile var. Buyrun birini seyredin: http://www.youtube.com/watch?v=-uDGvQp3Qj4  bir tane daha http://www.youtube.com/watch?v=ppRVDVHdvgw&feature=related 

    Konfiçyus tapınağının karşı sokağında tabii ki ne var? Yemek tezgahları. Kahveli, sütlü çay? Beğenmediniz mi? Tapioka taneli muzlu limonlu çay? Hindistan cevizli çay? Tayvan'ın çay kültürü ve seçenekler son derece derin ve çeşitli.

    Hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Tainanlılara uyup yine karanlık basarken Chikan kulesini ve edebiyat tanrısını ziyaret edelim. Bahçedeki kafede onlarca çeşit çay var, hadi bu kez birini de siz seçin, bana da bir tane alın. Ben de bu arada yazıya bir başlık arayayım, tamam mı? Başlık ne olsun? Başlık ne olsun?Edebiyat Tanrısı? Çay? Tainan?  Hiç birinin hatırını kırmayalım. Tamamdır.

    Karaylar: 14.yüzyıldan beri Litvanya'da yaşayan Türkler

    Vilnius'a sadece yarım saat uzaklıktaki Tarakai güzel bir gün geçirmek için gerçekten iyi bir seçim. Aynı zamanda güzel Türk yemekleri yemek içinde...
     

    Trakai, Litvanya'ya 14.yy.da Kırım'dan göç etmiş olan Karay Türklerinin bugün nufüslarının en çok olduğu yer. Sayıları azala azala 300 kadar kalmışlar.

     

    14. yy.da bölgeye yerleştikten sonra uzun süre özerk olarak kendilerini yöneten bu topluluğun başka bir özelliği daha var: din olarak Museviliğim bir dalı olan Karaim'i seçmiş olmaları.



    Şimdi bira bu ilginç topluluktan bahsedeceğim ama önce uyarayım: yarı İngilizce yarı Türkçe yarı Litvanyaca ( %100ü geçtik) konuştuk, üstelik "Bakhchisarai" türü "Türkçe" sözcükleri de tercüme etmek zorunda kaldım. Bu arada Bakhchisarai= Bahçesaray.   Hadi bi tane daha: Patlydžan dolmasy=?  . bildiniz: patlıcan dolması, ama bu kolaydı. şimdi çıkalım Trakai sokaklarına.


    Sayıları oldukça azalmış olan Karayları bulmanın en kolay yolu Trakai'da ana cadde üzerindeki Kenessa'ya ( Sinagog) uğramak. Burada gelen ziyaretçilere yol gösterenler var.




    Litvanya'da yaşayan Karaylar kendilerine inançlarından yola çıkarak "Karaim" adını da veriyorlar. Musevilik inancına göre ancak Musevi bir annenin çocuğu Musevi olabilir. Karaim inancına göre ise Musevilik anneden değil babadan geçiyor ya da baba din değiştirirse aileye geçiyor.


    Karaimlerin bu inancını din değil "kült" olarak görenler büyük çoğunlukta. Trakai'deki kale müzesinde ya da Etnoğrafya müzesinde Karay'ların tarihi ile ilgili daha ayrıntılı bilgi bulmak mümkün.
     
    Eskiden ana caddedeki hangi evde Karayların yaşadığını öğrenmek çok kolaymış: evin caddeye bakan yüzünde üç pencere varsa bilin ki ev sahibi Kırım'dan.


    Aşağıdaki bina Kenessa, Karayların tapınağı.

    Trakai küçük bir yer, dolaşmak için arabaya gerek yok. İyice dolaştıktan sonra canınız illa da Türk yemeği çekerse Kıbınlar restorana gidebilirsiniz ( Trakai Kalesine giden tahta köprüden 50 metre önce, göl kenarında). Bahçeden manzara aynen şöyle.


    Mogol yemekleri

    Moğol yemekleri ana hatlarıyla dört bileşenden oluşuyor: et, un, patates ve süt ürünleri.

    Et çok nadir olarak ızgara yapılıyor, onu da tam beceremiyorlar. Et haşlanıp özellikle tüm yağı ile birlikte tüketiliyor. Türkiye'de Moğol restoranına gitmişseniz menüde yer alanların Moğolistan yemekleri ile bir ilgisi olmadığını göreceksiniz, ismi iyi duruyor herhalde.

    Burada bir kaç yemeği beraberce bakalım.

    Et suyu çorbası. Patates ile beraber kaburga etinin kaynatılması ile yapılıyor. Ortaya ayrıca haşlanmış et geliyor. Bu eti tabağınıza almıyorsunuz, yandaki bıçakla bir parça kesip elinizde yiyorsunuz.


    Bayntan çorbası. Bir nevi tarhana çorbası ama booooooll etli. Sabah kahvaltısında yeniyor, akşamdan kalanlara iyi geldiği söyleniyor.


    Khorhug. Parça etler soba üzerinde haşlanıyor. İçleri tam pişşin diye sobanın içinde kızdırılan taş parçaları yemeğe ekleniyor. Yemek hazır olduğunda sofraya ilk önce bu taşlar geliyor. Sıcak ve yağlı taşları 3-5 dakika düşürmeden ellerinizde dolaştırmanın sağlığa iyi gekdiği söyleniyor. Etler geldiğinde sofrada çatal filan olmuyor. Ortadaki bıçakla eti kesip bıçağı geri koyuyorsunuz.


    Göçebe çadırlarında hemen size yiyecek içecek bir şeyler çıkarılıyor. Aşağıdaki masada ayrag ( kımız) , yak sütünden yapılma kaymak ve kurulmuş peynir var.



    Kurutulmuş peynir herhangi bir şekilde soğutma gerektirmiyor. Bazıları kemik kadar sert oluyor. Çok lezzetli ama dişlere eziyet olabiliyor. Yaşlı Moğollar kurutulmuş peynirleri yiyebilmek için ilk önce 3 saat sütte bırakıyorlar.

    Erişte yemekleri oldukça yaygın. Minimum sebze, maksimum yağ ve et prensibine göre yapılan bu yemekler çok doyurucu.



    Mantı çorbası. Olabildiği kadar ince bir hamur içine olabildiği kadar çok et sığdırılıp servise ediliyor. Moğolistan'ın geniş düzlüklerinde buğday etten daha değerli onuniçin idareli kullanıyorlar ama ette bol kepçeler.


    Ette bol kepçeler deyince sabah çayınızı kurutulmuş etle ( borst) almaz mıydınız? Tabi içinde pirinçte var. Bildiğiniz çaylardan değil demem gerek var mı?


    Buuz. Bildiğimiz mantının Moğolcası. Hamur içine olabildiği kadar çok et alacak şekilde açılıyor sonra ya haşlanıyor ya da buharda pişiriliyor.
    Huşur. Bizdeki adıyla çiğbörek.


    Vejeteryansanız Moğolistan'da bayağı kilo vereceksiniz dememe gerek var mı?

    Afiyet olsun!

    DUYURU:  27 Şubat 2010 Cumartesi günü Moğolistan'la ilgili fotoğraf gösterisi ve söyleşi yapıyoruz, detaylı bilgi burada. 

    ----------------------------------------------------
    Bu bloğa üye olarak yeni yazıların size otomatik olarak e-postalanmasını isterseniz linke tıklayarak ŞİMDİ GEZELİM'e abone olun

    Kambocya'da Sokak Yemekleri

    Kambocya'da gunduzleri her an sokaktaki bir yemek tezgahindan en fazla 50 metre otedesiniz. Hatta buyuk sehirlerde cok daha sik yemek tezgahi ile karsilasacaksiniz. Gelin beraber tezgahlari dolasalim, bazilari tanidik, bazilari "son derece farkli".



    Bu tezgahta kizarmis karafatma, su kurdu, kurbaga ve orumcek satiliyor. Kambocyalilar cerez larak bunlari yemeyi seviyorlar. Orumcekler istah acici gorunmese de tadlari fena degil.

    Izgara muz hemen her yerde karsiniza cikacak sokak yemeklerinden. Uzerine tuz dokulup rengi esmerlesene kadar izgara yapilan muzlar dolasirken aclik bastirmak icin birebir.
    Sandvicci, isterseniz sosisleri kizartip ekmek arasi yapiyor. Fransizlardan kalan ekmek yapim teknigi belki somurge doneminin tek arti yani, ekmekler nefis.
    Bir baska bozek cerezcisi, bunda uc bacakli ne oldugunu anlayamadigim baska bir bocekte satiliyordu.
    Tavuk embriyosu ya da kulucka yumurta icinde civciv diyelim. Genelde yiyenler 3-4 tane birden goturuyor, sagliga iyi geldigine dair bir inanis var.
    Asya'da cok yenen noodle ( eriste?) ín saticisi da bol. Bu kadin musterisine istege gore eriste corbasi hazirliyor. Kambocyalilar gune eriste corbasi ile basliyorlar. Ise gelenler ilk once en yakin lokantaya ugrayip corbalarini iciyorlar, erkekler icin sabah kahvaltisinin disarida yapilmasi bir gelenek. Bazi calisanlara ise bu seyyar noodle saticisi ayaklarina kadar gidip hizmet veriyor.

    Bildigimiz bir goruntu: dondurmaci.
    Hemen yakinda baska bir tanidik tad : haslama misir.

    Sokaklarda her az acliginizi yatistirabileceginiz onlarca tezgah dah var: kucuk izgara et ve sebze cerezler,

    kizarmis pirinc, sebze ve yumurta yemegi,
    cin usulu hamur ( sabah kalhvaltisi icin),
    sebzeli borekler,
    pirinc corbalari,
    yuzlerce cesit tutsulenmis deniz mahsulu,

    ve cekirdek niyetine yiyebileceginiz kucuk deniz kabuklulari.


    Bu kadar yemegin uzerine biraz seker kamisi suyu icip susuzlugumuzu giderelim. Ve Phnom Penhí dolasmaya devam edelim.
    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...