Malezya Gezi Rehberi. Nasıl Gidilir /Gezilir? Neresi Görülür? Tatil Kaça Çıkar





Malezya Güneydoğu Asya'da deniz, dalış, dağ, orman, şehir, kültür turizmine uygun gezecek çok yeri olan ve Türklerden vize istemeyen bir ülkedir. Genel olarak seyahat etmesi hem kolay hem de Türk cebine uygun gelen fiyatlara sahip bir yerdir. Ülkeye girişte Türkiye Cumhuriyeti pasaportlarına 90 gün kalma hallı verilir.

Bu gezi rehberinde bulacaklarınız

Genel Bilgi
Gezilecek şehirler/ görülecek yerler

    BATI MALEZYA
    Penang
    Ipoh
    Cameron Yaylaları/dağları
    Kuala Lumpur
    Melaka
    Kota Bharu
    Kuala Terengganu
    Kuantan

     DOĞU MALEZYA
     Semenggoh Orangutan Koruma Parkı Kuching (Sarawak eyaleti)
     Kota Kinabalu
     Sepilok Orangutan Koruma Parkı Sandakan (Sabah eyaleti)
     Sibu
     Sibu - Kapit yolu
     Kapit
     Sarawak Kültür Köyü, Kuching
     Borneo Bako Milli Parkı ( Kuching yakınları) 
     Miri




Malezya gezisi kaça çıkar? Harcamalar

Nasıl gidilir? gezilir?


Genel tavsiyeler


İlginç Malezya gerçekleri /yemekleri (tükürük çorbası vb) 

   Borneo ve Kalimantan gelenekleri
   Rica ederim, tükürük çorbamdan biraz almaz mıydınız?
   Flip-flop, yüksek topuklu ve kapalı ayakkabı
    Kendine ait apartman dairesi olan kuşlar



Genel Bilgi     ( Bu rehberin güncelleme tarihi  Haziran 2016)
 
 Ülkenin nüfusu 28 milyondur. Yönetim biçimi biraz karışıkça: Federal Parlamenter Monarşi'dir.  Bu ne yaa? diyebler için açıklamsı. Federal, yani bölgesel devletçik yapısı olan ama meclise bağlı. Parlementer, yani seçimle işbaşına gelen milletin temsil sistemiyle yönetilen. Monarşi: İşte burada hoppala diyoruz hem demokrasi hem krallık? Monarşi var ama gücü sembolik.


Ülke toplam 13 bölgeye ayrılmış, 9 tanesinde halen sultan var. Ülkenin kralı bu 9 sultan arasından sultanlarca seçiliyor. Ülkenin başbakanın seçimle başa geliyor ve uzun süreden beri aynı parti
tarafından yönetiliyor.











Gezilecek şehirler/ görülecek yerler




Ülke idari olarak 13 ayrı bölgeye ayrılmış olsa da ben seyahat açısından ikiye ayıracağım: Batı Malezya ve  Doğu Malezya (Borneo adası). Aynı ülke içinde olsalar bile Batı-Doğu Malezya arasında seyahat için giderken pasaport kontrolü gerekiyor. Malum federal yapı.

Bu bölümdeki yazılar ülkeye yaptığım yedi ziyaret sırasında toplanan gezi notlarımdan.
http://www.simdigezelim.com/p/takip-et.html

Batı Malezya şehirleri / görülecek yerler


Georgetown, Penang ( Malezya)


Penang adası, Malezya'nın kuzey batısında hareketli, canlı mekan. Bu adaya Çin yeni yılı kutlamaları sırasında vardım. Adada geniş bir Çinli Malezyalı topluluğu var, yani görünüşte yeni yılda Çinlilerin ne yaptığını görmek için ideal bir yer. Çinlilerin yeni yıla girerken bütün aile bireyleri bir araya geliyor, iki gün boyunca yiyip içiyorlar. Dışarıya adım atmıyorlar. Şehrin sokakları bir Konfiçyüs'ün kuluna rastlamak mümkün değil. Sadece yeni yıl için adaya uğradığım için tabi büyük hayal kırıklığı. Ancak yeni yıl resmi olarak bittiği an şehirde kutlamalar başlıyor.
Aslan dansı yapanlar Çinlilere ait işyerlerini ziyaret edip bahşiş topluyorlar. Dans edenlerin yanında 5-6 kişi bayağı ağır olan davulu taşıyor, böylece dansçılar 8-10 kişilik gruplar halinde dolaşıyorlar. Aslan dansı bizdeki ramazan davulcusu gibi bir şey, dansçılar önceden sizi ziyaret edip Çin yeni yılında gelecekleri saati ayarlıyorlar. Sonra sokak sokak dolaşıp dans ediyorlar. Dans bittikten sonra çatapat atılması adetlerden biri.Dansin amaci yapildigi yere para getirmesi. Çinlilerin paraya istekleri ve tapınmaları o kadar ki ölen bir Çinli gömülürken yanına öteki dünyada harcasın diye tomar tomar dolar konuyor ( cenaze levazimatçılarından satın alınan cenazeler için özel basılmış dolar görünümlü kağıtlar), ortası delik altın (aslında plastik) para konması da adetten. Her sabah dükkanlarını açan Çinliler bir tütsü yakıp “para akışını” açıyorlar. Georgetown'in Cinlilerin yogun oldugu mahallelerinde tutsu yakilan "ruhevleri" olagan bir goruntu. Cinlilerin inanislari Konficyus, Taoizm ve Budizmin Cin suzgecinden gecmis hali. Bayramlarda ise yaktiklari tutsuler "aileboyu" oluyor, 1.5 metrelik, yakanin boyundan buyuk ve gun boyu yanan tutsuler. Amaçlarına ulaşmak için çalışıyorlar da. Malezya ve Endonezya'nın ekonomisi %70 Çinlillerin elinde. Malezya hükümeti senelerdir Malayları resmi olarak kayırıyor: devletten iş alacak herkesin Malay ortağı olmak zorunda, çalışan sayısının belli bir kısmı Malay olmak zorunda. Politikanın adı pozitif ayrımcılık. Bu desteğe rağmen Malaylar halen ekonomik olarak geri durumdalar, hırslı değiller çünkü, kalender ellerindeki ile yetinen insanlar. Ama bu onların Çinlilere kin beslemesini engellemiyor. Malezya'ya Çinli ve Hintlileri İngilizler getirmiş. O zamana kadar ülkede sadece Malaylar yaşıyormuş. Malayların ticarette başarılı olamadıklarını gören İngilizler ticaret için Çinlileri, kauçuk ve çay bahçeleri için Hintlileri getirmişler. Getirilen bu işçiler o kadar çökmüş ki ülke bağımsız olduğunda Malaylar azınlıkta kalmış. Malezya ilk bağımsız olduğunda Singapur Malezya'nın bir eyaleti imiş. Malaylar kendi ülkelerinde azınlıkta kaldıkları için rahatsız olmuşlar ve yapılacak bir seçimde çoğunluk olan Çinlilerin hükümeti de ele geçireceğini görmüşler ve nüfusunun çoğunluğu Çinli olan Singapur'u Malezya'dan “kesmişler”. Singapur'un bugün bağımsız bir devlet olmasının tek sebebi Malayların paranoyası. Singapur bağımsız olduğunda döviz kurları eşitmiş, 1 Singapur doları eşittir bir Malezya Ringıt'i. Bugün 1'e 3 . Ekonomik olarak geride kalmayı kendilerine yediremeyen Malaylar arada Singapurla sorun çıkarıyorlar: sularını kesmekle tehdit ediyorlar, otomobille Malezya'ya geçenlere benzin satmıyorlar vs vs. Aynı içerlemenin etkileri ahenk içinde imiş gibi görünen Malezya toplumunda var. Toplumu oluşturan Malay, Çinli ve Hintli toplulukları arasında derin çatlaklar var, bu üç topluluk bir arada ama birbirinden tamamıyla kopuk olarak yaşıyor. Penang'ı anlatacaktım, laf nereye geldi, neyse ben yine Penang'a döneyim, adanın en büyük şehri Georgetown sokaklarında şöyle bir gezinelim.


Eski dukkan-evler ve koloni mimarisinin ornekleri sehrin eski kismini kapsiyor.
Eski kısımda dolaşmak zevkli, her an karşınıza farklı ve güzel bir manzara çıkabiliyor. Gerçi farklı bir manzara için yerimden kalkmam gerekmiyordu: Çin yeni yılında bütün akrabalar bir araya geldiği için misafirevleri ve oteller dolu oluyor. Georgetown'a gelmeden internetten bir misafirevinde yer ayarladım, son kalan odayı ayırttım. Yer ayırttığım misafirevinin en son dolmasının sebebini sokağa varınca anladım: sokağın adı Love Lane ( Aşk sokağı) ve yeni yıl tatilinde bile geceleri aşk satan otellerle dolu. Bisiklet taksilerin sürücüleri hepsi erkek olan yolcularını bir otele getirdikten sonra kapıda 1 saat bekleyip aynı yolcularla devam edince dank etti. Benim misafirevinin 72 yasındaki sahibi Jimmy'e göre hükümet bu tür otellerle uğraşmayı bırakmış, "görünürde bastırıyorlar ama aslında çok bastırsalar herkes Tayland'a gidiyor, onun için sadece lafta seks satanlarla savaşıyorlar " diyor.
Georgetown, mutfağıyla ünlü. Hint, Çin ve Malay mutfağının en iyilerini sokakta tadabileceğiniz bu şehirde geceyi işkembe çorbasıyla açtım daha sonra Malay usulü deniz ürünleri izgara ve hint tatlıları ile kapattım.Uc tezgah dolasip 4 dolara ufak bir Asya lezzet turuda yapmis oldum. Taksi surucusu Cafer'e gore alti saat uzakliktaki Kuala Lumpur'dan gelip paket yemek alip geri gidenler var, yemekleri o kadar unlu.http://www.simdigezelim.com/p/takip-et.html

Iki gun hayalet kasaba olan Georgetown ucuncu gun oylesine kendine geldi ki sokaklarda yurumek zorlasti.

Kalabalık geçen birkaç gün sonunda kendimi küçük bir şehre atmam zorunlu olmuştu, internete girdim, Penang'ın güneyinde misafirevinde boş oda olan bir şehir aradım, varmış. Piyangodan İpoh şehri çıktı, hadi yola.


Ipoh

Georgetown'ın kalabalığından kaçmak için şans eseri seçtiğim İpoh, iyi bir seçim. Niye mi? Yereller buraya "ölü şehir" diyor, emekliler yerleşmeye geliyormuş. Bozar mı? Ne demek, iyi bile.
Şehrin bazı mahalleleri saat beste terkedilmiş gibiler, sanki ölü sıfatını haketmek için yapmışlar. Yukarıdaki sokak yine de ilginç çünkü yanyana üç dükkanın biri Hintli, diğeri Malay, sonuncusu ise Çinli, tam Malezya mozaiği.
Akşam saatlerinde merkezdeki iki cadde kapatılıp açık hava lokantası haline getiriliyor. Şehrin 1) suyu 2) tavuk-pilavı ünlü. İpoh eskiden Malay yarımadasının en gelişmiş şehri imiş, şehrin zenginliğinin ana nedeni kalay madenleri bitince gerilemiş. Bugün bile park ve bahçeleri kıskanılacak kadar iyi durumda.
İpoh'tan Malezya'nın en çok yerli turist çeken bölgesi Cameron yaylalarına çıkıyoruz.

Cameron yaylası / dağları (Malezya)

Cameron dağları İpoh'tan güneye doğru 2 saat mesafede Malezya'nın en büyük çay üretim merkezi ve aynı zamanda Kuala Lumpur'luların çok rağbet ettiği sıcaktan kaçma mekanı.Dağlardaki yerleşim bölgeleri 1200 ila 1500 metre arası. Sıcaklık nadir olarak 25 dereceyi geçiyor. Kuala Lumpur'a üç saat uzaklıkta olması sebebiyle özellikle haftasonları ve tatillerde doluyor.


Elimdeki rehbere göre Cameron dağları 1885 yılında "keşfedilmiş". Sanki o zaman kadar kimse orada yaşamıyormuş. Dağları Keşfeden kişi William Cameron adını da vermiş. Malezya'da yaşayan İngiliz koloni yönetcileri Cameron dağları ile bir taşla iki kuş birden vurmuşlar. Birincisi Malezya'nın boğucu havasından kaçabilecekleri bir yer , ikincisi çay yetiştirilip iyi para yapılacak bir bölge.



Bölgedeki bir çok çay işletmesinin sahipleri halen İngiliz. En büyük yerel çay markası Boh'un sahibi İskoç aile artık Londra'da oturuyor. 1800'lerin sonunda İngilizler çay bahçelerini kurarken çalışmaya istekli Malay bulamamışlar, onlar da ( aynen Sri Lanka'da yaptıkları gibi) Hindistan'dan Tamillleri getirmişler. O zaman getirilenlerin torunları halen çay bahçelerinde çalışmaya devam ediyor.


Cameron dağlarındaki en büyük şehir Tanah Rata, adının anlamı Düz Yer. Adının tersine o kadar engebeli bir yerki otobüs terminalı için bile yer bulamamışlar, çok küçük bir yere yapmışlar, otobüsler çok zor girebiliyor. Çay yetiştirilmeyen yerler ya çilekbahçesi ya da sık orman.
Yağmur çok sık yağdığı için en kısa yürüyüş bile çamura bata çıka üzüyor, dize kadar çamura batıp ayakkabıyı çamurdan sökmek zaman alıyor tabi. Hazırlıklı gitmekte fayda var.


Bölgede Malaylardan önce yaşayan yerliler halen kendilerine ait köylerde geleneksel yaşamlarına devam ediyor. Tanah Rata'daki turizm firmalarından birinden yarım günlük bir çevre turu aldım. Yola yakın bir yerli köyünde durup içinde biraz yürüdük. Aşağıdaki Orang Aslı ( Malay dilinde asıl insan demek) Sakeh kabilesinden. Tamamıyla batı giysilerini giyse de zamn zaman boruyla avlanmaya devam ediyor. Daha çok silahla vurmaya değmeyen küçük kuşlar ve maymunlar için kullanıyorlarmış, Hayalimdeki eski usullerle avlanan yerli görüntüsünü alt üst etti kendisi.
Yerli koylerinde yasam son derece basit, tamamiyla bambudan yapilmis bu evde -ki evin tamamini goruyorsunuz- yedi kisi yasiyor.

Bolgede surungen ve bocekler son derece cesitli. Rehber, israrla elindeki akrebin cok fazla zehirli olmadigini soylese de elimde dolasmasina izin vermek hic icimden gelmedi, nedense.
Bölgeye tatile gelen çok sayıda Japon emekli var. kısa süreli kiraya vemek için yapılmış apartmanların eşya dahil aylık kirası 120 ila 500 dolar ve bir aylık kısa bir süre için bile kiralanabiliyor. Japon emeklilerin en büyük iki şikayeti yemekler ve sağlık hizmetleri imiş. Oysa akşamları kaldırımlara kurulan lokantalarla canlanan Tanah Rata'da lezzetli yemekler bulmak mümkün. Bazı apartmanların ucuz olma sebebi yol seviyesinin aşağısında olmaları sebebiyle Feng Shui lerinin kötü etkilenmesi imiş. Kuala Lumpur borsasının 2009 Feng Shui haritasını ( fal değil efenim bu harita, kesin doğru yani) ülkenin en büyük iş gazetesi The Edge'de görünce tamam dedim zenginliğin haritası bile çıktı. Ciddi olarak takip edenler var.
Cameron daglarinin havasini alip biraz gevsedikten sonra baskent Kuala Lumpur'a dogru inelim hadi.


Kuala Lumpur 


Cameron dağlarından sonra başkent Kuala Lumpur'dayız. Kuala Lumpur şehri kalay madenleri nedeniyle İngilizlerin yönetimi altında iken önem kazanmış ve Malay yarımadasının yönetim merkezi olmuş. O zamandan beridir de önemini korumuş: bugün 1.5 milyonluk Kuala Lumpur Malezya'nın en büyük kenti, başkenti ve ticaret merkezi. her büyük şehrin olduğu gibi Kuala Lumpur'unda sorunları var, o kadar ki hükümet düzeltmekten umudu keserek başkentteki yönetim birimlerini yeni kurduğu yakındaki Putra Jaya kentine kaydırmaya başlamış.
Kuala Lumpur'a sadece iki günlüğüne gelirseniz ve tur otobüsünün serinliğinden inip havalandırılmış müzelerde fotoğraf çekip havalandırılmış alışveriş merkezlerine girerseniz, şehir size modern ve sevimli gelebilir. Ben yürüdüm. Bir şehri anlamanın en iyi yolu kaldırımlarını arşınlamaktır deyip 33 derece sıcakta %90 nemde dört gün boyunca Kuala Lumpur'u (ya da yerellerin deyişiyle KL) hatmettim. Hadi beraber gezelim.
Kuala Lumpur'da turistlerin göreceği yerler kısaca: Merdeka (bağımsızlık) meydanı, Jamek mescidi, Merkez pazarı, Çin Mahallesi, Petraling caddesi, Küçük Hindistan, KLCÇ ( KL'liler kısaltma seviyor KLCÇ= Kuala Lumpur City Center -KL şehir merkezi), Petronas kuleleri, Jalong Alor caddesi, Bükit Bintang ve Milli müze (ve belki Batu mağaraları) olabilir.
Harita üzerinde görülecek yerler birbirine çok yakın gözükse yürümesi o kadar kolay değil. Birincisi şehir aynen Malezya toplumu gibi, dışarıdan bakıldığında tam bir bütün gözükse de yakından bakıldığında derin çatlaklar var: yürüdüğünüz kaldırım birden bitip kanalizasyon haline gelebilir, kaldırımın üçü yeni yapılan binanın duvarında ya da lokantanın masalarını yaydığı yerde bitebilir.Milyar dolarlık bir alışveriş merkezine yaya girişi uzun kaldırımsız ve arabaların vızır vızır geçtiği bir yoldan olabilir. Şehire baktığımda gördüğüm para var, parça parça iyi binalar var ama ortak planlama yok. İstanbul'daki lüks alışveriş merkezi Kanyon'un gecekondu mahallesi Gültepe'yle içiçe olmasının yarattığı görüntüyü düşünün ( bakımsız binalar, küçük sokaklar, yetersiz altyapı ve önünde devasa süper lüks ışıl ışıl bir paraya tapına merkezi) , KL'un nasıl göründüğünü anlamak için aklınızdaki bu görüntüyü elli ile çarpın: çok lüks, çok fakir, çok bakımlı, çok virane. Malaysia, truly Asia?

Şehirde her saat trafik sıkışabiliyor, hem o yüzden hem de turist gördüğü zaman taksimetreyi açmamak için binbir bhane bulan taksicilerle uğraşmamak için yürüyoruz, sıcaktan kaynama noktasına gelince KL raylı sistemine biniyoruz. KL'de metro, tren ve tekraylı sistemler şehrin değişik noktalarında çalışıyor. Ortak noktaları birbirlerine bağlı olmamaları, yani aktarma yapmanız mümkün değil, illa uzun bir mesafe yürümeniz lazım, tabi biletlerde birbirinde geçmiyor. Raylı sistemlerin giriş çıkışları da karışık. Anlayacağınız bu ulaşım sistemlerini inşa ederken sanki hiçbir firma diğeri ile konuşmamış gibi. Bu da Malezya toplumundaki çatlakların ulaşıma yansıması herhalde.


Raylı sistemi kullanarak Pazar Seni durağında inerseniz, durağın kuzeyinde merkez çarşıyı görebilirsiniz. Turistlere yönelik bir çok hediyelik eşyanın satıldığı u çarşıda fiyatlar uygun. Çarşının sol tarafında şu kanalının diğer yanında Masjed Jamek güzel mimarisi ile kısa bir ziyareti hakediyor. Masjed Jamek'ten iki dakika ötede Merdeka (bağımsızlık) meydanı geniş ve bir bayrak direği dışında boş. Meydanın hemen arkasındaki "sürahi çiçeği" anıtı niye oradadır, bağımsızlıkla ne ilgisi var, ben anlamadım. Ama alan gelen turistleri eğlendirdiği bir gerçek.


Geri yürüyüp Pasar Seni durağına yaklaşırsak doğu yönünde Çin mahallesiyle küçük Hindistan mahallesinin başladığı caddelere girebiliriz. Geceleri Çin mahallesindeki Petaling caddesi açık hava pazarı haline geliyor, yemek ve küçük bir alışveriş için ideal.


Pasar Seni durağından şehrin ana tren istasyonu KL Sentral'e oradan da tekraylı sisteme aktarma yapıp KLCÇ deki Petronas kulelerine geçebiliriz. Petronas kuleleri arasındaki izleme platformuna çıkıp şehre tepeden bakmak bedava, ancak bileti önceden almanız lazım. Yoksa 3-4 saat bekleyebilirsiniz, şansınıza kalmış.


Petronas kulelerinden kısa bir yürüyüşle, kaldırımı olmayan milyar dolarlık diğer kulelerin yanından alışveriş merkezi Bükit Bintang'a varıyoruz. Bizi devasa Berjaya Times alışveriş merkezi ( ve civarındaki üç Türk lokantası) karşılıyor. Bukit Bintang'ın ( Yıldız Tepe demek)bir paralelindeki caddede ise ucuz elektronik aletlerin satıldığı Çinlilere ait bir alışveriş merkezi var. Siz yukarı katlarda dolaşırken ben yeni fotoğraf makinalarıyla uzun uzun oynayayım, "benim makinam var, şu anda ihtiyacım yok" deyip satıcının canını sıkayım.

Akşama hemen yakındaki Jalang Alor'da açık havada yola atılan masalarda lezzetli balık yemekleri sunuluyor. Çin yemekleri de var. Kesilmiş ve temizlenmiş meyva satanlar benim favorim, 1 Ringıt'e ( 40 kuruş) bu gibi ananas, mango, karpuz vb yiyelim, sıcakta iyi gidiyor.

Çinli, Hintli, Portekizli, Hollandalı, İngiliz ve Malay bir şehir: Melaka

Melaka içinde tek bir caddede Çinli, Hintli, Portekizli, Hollandalı, İngiliz ve Malay yemeklerine, geleneklerini ve evlerine rast gelebiliyorsunuz. Melaka şehri, bu geniş kültür yelpazesini (Sumatra adası ile Malay yarımadasının arasındaki) Malay boğazına bakan stratejik konumuna borçlu. Bu nedenle ticaret yapan milletlerin uzun süre gözbebeği olmuş bir şehir. Melaka'nın hayatı cidden roman, kısaca bir tarihine bakalım ki neden bu kadar çok kültürü barındırıyor anlayalım.


15. yy.da Endonezyalı bir prens tarafından kurulan Melaka şehri ilk önce Çinli tüccarların ilgisini çekmiş. Şehirde nereye yerleşeceklerini Feng Shui kurallarına uygun seçen Çinlilerin torunlarının çoğu bugünde aynı mahallede yaşıyorlar.


Melaka şehri 16.yy.da ise Portekizlilerin ilgisini çekmiş. Portekizliler dünyanın önemli tıcaret yollarından birinin üzerinde yeralan Melaka'yı ele geçirmişler, ve katolikliği yaymak için çalışmaya başlamışlar. Hristityanlığı yaymaya çalışmaları çevredeki sultanlıkları rahatsız etmiş ve Portekizlili yerleşimcilere sık sık saldırmışlar. Melaka bu yüzden ticari önemini kaybetmiş. İşte bu sırada Hollandalılar devreye girmiş ve 17.yy.da Melaka'yı ele geçirmişler. Sadece ticarete önem vermeleri sebebiyle Portekizlilere göre daha rahat etmişler. 19.yy'da Melaka'yı İngilizlerin yönetimi altındaki Endonezya toprakları ile değiş tokuş etmişler. Malezya bağımsızlığını kazanana kadar İngilizlerin yönetimi altında kalmış.
Şehirde halen 15.yy'da gelen Çinlilerin özel yemekleri yapılıyor, Portekizlilerin torunları balık yemeklerini sunmaya devam ediyor. Özellikle eski evlerin mimarisi turistleri çekiyor. 2008 yılında Dünya Mirası listesine girmesi turist sayısını epey arttırmış.

Melaka'nın zaten renkli sokaklarının süper renkli karakterleri bisiklet-taksiler. Birçok bisiklet-taksinin olduğu şehirde taksiciler daha çok müşteri çekmek için bisikletlerini süslemişler, sonra hızlarını alamayıp daha çok süslemişler.
Bisikletin altina bagladiklari aku ve hoparlorleriyle sokaklari hem renk hem muzik cumbusune bogan bu bisikletler,
http://www.simdigezelim.com/p/takip-et.html

geceleri uc tekerli disko haline geliyor: yanip sonen isiklar, 1980'lerden gumbur gumbur muzik ve devamli gulen bisiklet suruculeri Melaka'yi daha da sevimli hale getiriyorlar.


Kota Bharu (Batı Malezya'nın Doğu Kıyıları )



Malezya'nın doğu kıyısı ülkenin tam ortasından geçen yüksek dağlar yüzünden ülkenin diğer kesimlerinden uzun süre izole kalmış. Bu bir bakıma iyi olmuş, çünkü ülkenin diğer kesimleri Malay özelliklerini biraz kaybedip Çin ve Hint özelliklerini de taşımaya başlamışlar. Kota Bharu şehri Malaylara göre Malayların son kalesi. Şehri son derece tutucu olan PAS partisi yönetiyor. Şehrin ambleminde " Büyük İslam Şehri Kota Bharu" yazıyor.



Kuala Lumpur'dan Kota Bharu'ya otobüs 10 saate yakın sürüyor ( 42 Malezya Ringiti). Kota Bharu küçük bir yer ve kalacak yerler ile görülecek yerler birbirine çok yakın. Müzelere girmezseniz şehri dolaşmanız 2 saati geçmez.


Kota Bharu, Malay el sanatları, Batik ve uçurtma yapmı ile ünlü. Merkezde bu konuyla ilgili iki müzede tek ziyaretçi bendim, ama öğle vakti sıcakta fazla hareket beklemek hata olurdu zaten.

Şehrin ana caddesinde İstanbul Modası isimli giyim mağazası dikkati çekiyor. Bu cadde de geceleyin daha çok yemek ağırlıklı bir pazar kuruluyor.


Şehirde vakit harcamak istemeyenler yakındaki Perhethian adalarına geçiyorlar. Bu adalar iyi korunmuş doğaları ve güzel kumsalları ile tanınıyorlar. Doğu Malezya'da muson yağmurları geçen hafta sona erdiği için adalardaki bir çok tesis halen kapalı, dolayısıyla adalara gitmek yerine 4 saat güneydeki bir başka Malay şehri olan Kuala Terengganu'ya geçiyorum.


Kuala Terengganu (Batı Malezya'nın Doğu Kıyıları )

Kota Bharu'dan otobüs 3.5 saatte ( 14 Malezya ringiti)  Kuala Terengganu merkezine varıyor. Kuala Terenganu şehrinin küçük ama oldukça eski  bir Çin mahallesi var. Yarımadada Çinlilerin ilk yerleştiği yerlerden biri burası imiş.


Kuala Terenganu, bu günlerde yakındaki Taman Negara yağmur ormanlarına gezi düzenlemek isteyenler için iyi bir destek merkezi. Şehirdeki turizm şirketleri ormanda bir kaç günlük geziler ya da nehirde tek günlük geziler düzenliyor.

Çoğu Malezya şehrinde olduğu gibi hava kararınca hareketlenen büyük bir gece pazarı var. Kuala Terengganu'da kuzeydeki Kota Bharu gibi Malay kültürüyle övünüyor ve oldukça tutucu bir yer. Ülkedeki azınlık Çinliler ekonomiyi ellerinde tutuyorlar. Malaylar, devletten destek aldıkları halde ( Çinli ve Hintli Malezya vatandaşları, Malay Malezya vatandaşlarıa göre 2 kat vergi ödemek zorunda)  iş yapmada pek başarılı değiller, ancak Kuala Terengganu gibi şehirlerde liderliği ellerinde tutabiliyorlar. Ondan dolayı Malayların çok olduğu bölgeler genelde daha tutucu oluyor.


Buradan doğu kıyısındaki son durağım Kuantan şehrine geçiyorum.


Kuantan ( Batı Malezya'nın Doğu Kıyıları )

Kuala Terengganu'da kaldığım yere Kuantan'a gideceğimi söylediğimde merkezde kalmak yerine şehire yarım saat uzaklıktaki Cherating'de kalmamı tavsiye ettiler ve eklediler:  " Kuantan, doğu batı kıyısında bir aktarma merkezi, görecek bir şey yok. Orada yapabileceğin herşeyi Cherating köyünde yapabilirsin, üstelik daha eğlenceli ve ucuz olur". Kuantan merkezde bir gece kaldıktan sonra diyebilirim ki benden sonra bu şehre gelecekler yukarıdaki tavsiyeyi dinlesinler, belki daha iyi olur. Kuantan, genişçe ve rahat bir Malezya şehri ama görecek fazla bir şey yok. Buradan Kuala Lumpur yaklaşık 3.5 saat uzaklıkta.
 



DOĞU MALEZYA gezilecek şehirler/görülecek yerler ( Borneo adası)

 

Semenggoh Orangutan Koruma Parkı Kuching (Sarawak eyaleti)

Malezya'nın Borneo adası dünyada orangutanların doğal ortamda yaşadığı iki yerden biri. Orangutanların yaşadığı diğer yer Endonezya'nın Sumatra adası. İnsan yerleşimlerinin genişlemesi sonucu orangutanların yaşam alanları da oldukça daralmış durumda.

 Dünyadaki toplam orangutan nüfusu sadece 61000 civarında. Bunun da 54000 Borneo'da. Borneo'daki orangutanlar hızla gelişen palmiye yağı sektöründen nasiplerini almışlar: yaşadıkları ormanlar yokedilip yerine kilometrelerce palmiye agacı dikilmiş. Bunun sonucu orangutanlar adanın iç kesimlerine ( ağaçların henüz kesilmediği yerlere) çekilmişler. Biz kısım orangutan ise ailesini kaybettiği için ya da yaralandığı için geride kalmış.

Yaşamını tek başına doğada sürdüremeyecek orangutanlar için Malezya'nın Borneo adasında bulunan Kuching şehri yakınlarında Semenggoh Doğa Rezervi kurulmuş.

Burada bir şekilde doğada tek başına yaşaması mümkün olmayan orangutanlar yeniden doğaya dönene kadar bakılıyor. Ama öyle kafeste falan değil. Orangutanlar 7000 dönümlük bir alan içindeç
istedikleri gibi hareket ediyorlar. Semenggoh Doğa Rezervi'ne gelenler ziyaretçilerin gezmesine izin verilen alanlar ise oldukça kısıtlı.

Orangutanları görebilmenin tek yolu beslenme saatlerinde yemek bırakılan yerlerde beklemek. Ormanda yeteri kadar yiyecek bulurlarsa orangutanlar bırakılan yemeklere tenezzül etmiyor. Dolayısıyla Semenggoh Doğa Rezervi'ne gitseniz bile orangutan görmeniz garanti değil. Görseniz bile ne kadar uzun süreceği belli değil çünkü yemeğini alan orangutan ormanın içine hemen girebiliyor. Bunlara rağmen orangutanları görmenin en iyi yollarından biri merkezie ziyaret etmek, çünkü ormanda bu hayvanlara rastlamak çok daha zor.

Merkezdeki görevliler bütün orangutanları adlarıyla tanıyor. Merkez girişine de hepsinin bir "vesikalık" fotoğrafını koymuşlar. Semenggoh Doğa Rezervi'ne otobüsle ( Kuching merkezden kalkıyor, fiyatı 1 dolar kadar ama saatleri çok sık değişiyor), taksiyle ( gidiş-bekleme- geliş  yaklaşık 30 dolar) veya günlük turla ( gidiş-bekleme- geliş  yaklaşık 10 dolar) gidebilirsiniz. Kapıda da 4 dolar kadar bir ücret ödüyorsunuz. Orangutanların beslenme saatleri 09:00-10:00 ile 15:00-16:00 arası.

Kota Kinabalu ( Borneo - Malezya )




Çevredeki kasabaları da sayarsak nüfusu 700 bini bulan Kota Kınabalu'da ( K.K ) merkezin yanındaki mahallelerde bile tatil yeri havası var.Şehir merkezinde lokanta ve barların olduğu kısım özellikle geceleri çok canlı. Nem ve sıcaklığı sevmiyorsanız gündüzleri uğramasanız daha iyi olur.
Deniz kiyisi boyunca halkin dolasabilecegi guzel alanlar var.

Bu alanlar şehrin eski yapılarıyla iç içe. Modern havalandırmalı bir mekandan dökülen bir depoya oradan açık hava pazarına ( kıyıdaki pazarın adı Filipinli pazarı) oradan balık pazarına ve tekrar beş yıldızlı otellerin yanına varmak için yapmanız gereken sadece 200 metre yürümek. En temiz ile en kirli, en ucuz ile en pahalı yanyana.
Denizden şehir merkezine paralel sokaklarda açık hava lokantaları sıralanmış. Müz yaprağına sarılmış tatlı pirinç ve balık, ya da tavuk ayağı ile müz sevenler kendilerini evlerinde hissedecekler. Merak etmeyin geri kalanlarımızı doyuracak kadar çok Çin ve Hİnt lokantası var. Aşağıdaki satıcı gibi, bu bölgenin İnsanları fotoğraf çektirmeyi seviyorlar,
Yemeğimizi yedikten sonra yine denize paralel sokaklardan birine girip giysi alışverişimizi yapabiliriz.
O kadar dolaştık, tuvalet aranıyorsanız, ne kadar uzakta olduğunuzu kesin olarak bilmek sizi rahatlabilir, metresi metresine yazmışlar.
Serin akşam rüzgarında KK'nın küçük su köyüne uğramaya ne dersiniz? Limanın hemen karşısındaki bu köye balık pazarının önündeki teknelerle gidebilirsiniz. Günün yorgunluğu atmak için kıyıdaki kafelerden birinde yerel biranın tadına bakmaya ne dersiniz?


Sepilok Orangutan Koruma Parkı Sandakan (Sabah eyaleti)


Hasta olunca ne yaparsınız? Doktora gidersiniz. Peki annesiz kalan ya da hastalanan orangutanlar ne yapar? Sepilok'taki Orangutan Rehabilitasyon Merkezi'ne giderler. Bu hafta yeniden doğaya döndürülmek üzere bakılan onlarca orangutanın olduğu Borneo'nun Sandakan şehrine 25 kilometre mesafede yağmur ormanlarnin içindeki Sepilok'u ziyaret ettim, gördüklerimi yazacağım. Ama önce ilk başa, yola çıkmaya, dönelim.

Kota Kınabalu şehrini yeterince gördükten sonra Sandakan şehrine geçmeye karar verdim. Ertesi gün yola çıkmak üzere otobüs biletimi aldım. Otobüs sabah altıda kalktığı için ve o saatlerde taksi bulmak kolay olmayacağı için bir taksiyle sabah beste beni alması için anlaştım. Kaldığım hostelin bahçesi yüksek bir duvarla çevrili ve akşam saat ondan sonra kapı kilitleniyor. Sabahleyin kapıyı açmak için uğraşmayayım diye resepsiyona saat beste ayrılacağımı söyleyip hesabımı kapattım. Herşeyi ayarlamanın rahatlığı içinde yattım.

Borneo horozları megaloman. Günün her saati yerli yersiz ötmelerini başka türlü açıklayamam. Dün doğarken, batarken, okullar açılırken, yakındaki havaalanına uçaklar inerken, kalkarken, kamyon geçerken. Sokaktan gelen her gürültü yakındaki bahçelerdeki horozlar için bir yarışma meselesi haline geliyor: “Efenim, kim benden daha fazla gürültü yapabilir, burası benim bölgem öteyim de gör”. Yandaki bahçedeki horozda aynı fikirde olunca Fener-Gassaray maçında tribünlerin atışması gibi şenlik bir şenlik.

Uykum genelde ağırdır, yola çıkacağım zamanlar hariç. Yola erken çıkacaksam geç kalırım korkusuyla saat sesine uzaktan benzeyen her sese – horoz, buzdolabı, sinek, gemi, araba, yellenme, kapı vs- uyanırım. Tam saat üçte mahalle horozlarının yüksek testesteronlu atışması ile uyandım. Horozların gündüz atışması iyi de, gece üçte niye yaparsınız kardeşim. Öyle çok bağırıyorlar ki, içlerinden birini kesiyorlar zannettim, sahibine teşekkür edecektim. Kimsenin kestiği falan yok, yarım saat atıştıktan sonra birden sakinleştiler. Uykuları geldi belki de. Kalkam gereken saate daha bir saat var, yatakta dön baba dönelim oynadım. Olmadı, uyuyamadım, yinede kalkmadım. Saat çalınca kalktım, toparlandım. Camdan taksinin bahçe kapısının önüne park ettiğini gördüm ve aşağıya indim. Tam uykumu alamamışım, doğrudan kapıya gittim. Tabi kilitli. Gece bekçisinin kulübesine gittim. Camda bir not. Malayca nereye gittiğini söylüyor olmalı yada yeşil çayın nimetlerini anlatıyor, hiçbir fikrim yok. Taksi kapıda, ben içeride, anahtar bekçide, bekçi nerede?

Binayı iki kez tavaf edip baktım. Yok. Odalardan birine girip uyumuş olmalı. Hangisine? Nasıl bulacağım adamı? En iyisi ismini bağırmalı. İsmi ne yaaa? Tamam başka bir şey söylemeli. Bekçi ingilizce bilmiyor ki. Hostelde kalan diğerlerini uyandırmamak için ilk önce sessiz olarak sonra da bağıra çağıra “resepsiyon, anahtar, kapı” deyip etrafta dolandım. Misafirlerden birini uyandırmayı başardım, kapı aralığından kafasını uzatan biri “sessiz ol, uyuyoruz” dedi. Sessiz olsam bekçiyi bulup dışarıya çıkamam ki. Biraz daha içeride dolandım, bahçeye çıktım. Taksi şoförü parmaklıklar arasından saatini gösterip geciktiğime dair bir şeyler söyledi. Fazla blgi, bende biliyorum. Otobüsü yakalamak için tekyol duvardan atlamak kaldı. Duvar iki metreden biraz yüksek ve üzerinde hırsızlara karşı cam döşeli olanlarından. Bir an Cüneyt Arkın bunun beş katını zıplayıp geçerdi deyip duvara hamle ettiysem de etrafta kamera olmadığından dolayı ölsa gerek bir işe yaramadı, sadece camların büyük olduğunu gördüm. Seyrettim onca aksiyon filmine verdiğim paraların ise yarayacağı gün buymuş. Duvar kenarına kuruması için bırakılmış paspaslarla duvarın üzerindeki camları örttüm. Bahçedeki uzun banklardan birini duvar dayayıp çantamı duvara koydum arkasından paspaların üzerine basarak duvara çıktım.

Paspasların üzerinde dünya bir başka oluyor, düzelteyim duvarın üzerinde dünya bir başka oluyor. Önceden görülmeyen detaylar birden gözünüzün önüne geliyor. Mesela sokağın karşısındaki villada sabahın beşinde sigara içip bahçesinde çimlerin tam ortasına işeyen zat beni görünce bayağı bir afalladı ama bacaklarını ıslatmamayı becerdi. Prostat sorunu olmadığını söyleyebilirim. İşini bitirince dönüp içeri girdi, ya hırsız var diye polisi çağırmak için yada sabahın beşinde yan bahçe duvarından seyredilmenin şaşkınlığından. Kendi kendine ne dedi çok merak ediyorum: “ bi tek zevkim var o da gün doğumunu elimde sigaram bahçemin ortasına işeyerek karşılamak onu da yapamadım ya”, ya da “ çok içtim çoook, hayal görmeye başladım, sanki duvarın üzerinden koca çantalı biri atladı”.

Duvardan yere atlamak konusunda soğuk denize girmede yaşanan tereddüte benzer iki dakikadan sonra iskeleden atlar gibi kendimi bıraktım. Birinin haykırmasıyla yere değmem bir oldu. Etrafa baktım, şoför dışında kimse yok, demek ki bağıran benmişim. Dört el-ayak herneyse kapaklandığım yerden kalkıp pantalonumdaki toz ve tavuk pisliği kalıntılarını temizledim ( bu horozları hemen kesene ödül verecem, hem otuyor, hem pisliyor yaa). Sırt çantamı duvarın üzerinden alıp sakin bir şekilde olanı biteni hafif gülümser bir şekilde seyreden taksicinin açtığı bagaja attım. “ Otobüs terminaline” dedim.

Ve Sandakan yolculuğum böylece başladı.
Sandakan yolu tamamiyla yesil. Yesilin uc tonu yol boyunca arada yer degistirip sonra tekrar karsiniza cikiyor: ormanin yesili, kaucuk ve palmiye agaclarinin yesili ve muz agaclari. Yerleşim birimlerinin yakınlarında orman yerini muz ağaçlarına bırakmaya başlıyor, köye ya da kasabaya ne kadar yaklaşırsanız müz ağaçları o kadar çok artıyor. Artacak tabi, o kadar çok yemekte müz yaprağı kullanılıyor ki şaşırtıcı. Neredeyse muzdan çok yaprağını kullanıyorlar: pilav müz yapraklarına sarılıp buharda pirisilmiş geliyor, balık müz yaprakları üzerinde ızgarada pişiriliyor, bazı lokantalarda müz yaprağı masa örtüsü ve aynı zamanda tabak olarak kullanılıyor ( masa üzerine konan müz yaprağı üzerine yemeğiniz boca ediliyor, siz bitirince yaprak çöpe ).
Sandakan'a yaklaştıkça küçük petrol kuleleri göze çarpmaya başlıyor. Sabah eyaleti doğal kaynaklar bakımından oldukça şanslı. Ancak hükümet denetiminde üretilen petrol ve kerestenin gelirlerinin ancak yirmide biri bölgeye geri aktarılıyor. Sabah yöneticileri bu dengesizlikten oldukça mutsuz ve başkentle ilişkile gergin. Sandakan limanı şehrin en canlı yeri. İnsanın başını döndüren bir trafiği var. Ancak şehir Kota Kınabalu ile karşılaştırıldığında ilginç değil. Geleneklerime uygun olarak sıcak ve nemli öğle saatlerinde sokakları arşınlayıp terden sırımsıklam oluncaya kadar dolaşıyorum ki, sıcaklık azalıp akşam rüzgarı çıktığında bir kafede oturabileyim. Tersini de yapabilirim ama gelenek işte.

Ertesi gün dünyada sadece dört tane bulunan orangutan rehabilitasyon merkezlerinin en iyisi olan Sepilok'a gitmek için erken kalkıyorum. Bu otelde bekçi uyanık, zaten duvar da yok. Sandakan'dan yarım saat uzaklıktaki Sepilok Orangutan Rehabilitasyon Merkezi dünyadaki aynı işle meşgul dört merkezin en iyisi. Annesiz kalan, yaralanan ya da hastalanan orangutanlar 40km karelik bir alanda kurulu bu merkezda iyileşinceye kadar doğal ortamlarında bakılıyorlar. Merkezde günde iki kez ( saat 10'da ve 15'te) orangutanlar besleniyor. Bu onların ana yemeği değil, ormanda bulduklarına ek olarak düzenlenmiş. Dolayısıyla ormanda yiyecek bolsa beslenme alanında orangutan görmek mümkün olmuyor. Orangutan besleme alanına merkez girişinden içeri yaklaşık bir kilometrelik kadar tahta yolda yürüyüp ulaşıyorsunuz.Besleme bittikten sonra dileyenler yağmur ormanının içinde toprak patikalara da -merkezde kayıt olduktan sonra- girebiliyorlar. Merkezde yaklaşık yüz kadar orangutan var, ancak besleme alanına ne kadarının tenezzül edeceği tamamen şans.
Merkez açılır açılmaz ilk damlayan ben oldum. İçeride biraz dolaştıktan sonra besleme alanında yerimi alıyorum. Besleme alanının civarına benim gibi erken gelen orangutan arada ağaçlara çıkıp, arada yanımıza gelerek vakit geçiriyorlar. Merkezin diğer ziyaretçilerinin çoğu Malay ve herhangi bir terleme belirtisi göstermiyorlar. Bense sabahın dokuz buçuğunda ikinci büyük şu şişeme geçmiştim. Nemden dolayı AVDSKC ( AVDSKC =”acelem vardı dustan sonra kurulanmadan çıktım” ) görüntüsünü alıncaya kadar ağaçlarda çekingen bir şekilde bizi seyreden orangutanları fotoğraflıyorum. Arada kalkıp kaidemin banklarda bıraktığı şu birikintilerine bakıp rorschach testi yapıyorum, iyiymişim, geçecekmiş. İyi bir tellak olsaydı da şu kadar ter boşa gitmeseydi. Orman karanlık olduğu için daha iyi foto çekebimek için mini tripodumu hazırlayıp diğer on kişiyle birlikte besleme platformu önündeki yerimizi rahatça almıştık ki fotoğraf gezisinde olduğunu sandığım iki otobüs dolusu Fransız turist her birinin omzunda en az bir bazuka kadar büyük fotölenslerle etrafımı sarıyor. Boyunlarındaki makinaların değeri en az küçük bir Afrika ülkesinin yıllık gideri değerinde. Bazıları onlarca çebi olan fotoğrafçı yeleklerinden giyiyorlar. Dijital makina çıkalı beri o ceplere ne koyuyorsunuz diye düşünüyordum ki yediğim dirsekle kendime geldm. Gelenlerin iyi fotoğraf çekmek için yapmayacakları şey yok gibi. Kendi aralarındada en iyi yer kavgası yapıyorlar, kaybeden üç kişiyi oracıkta gömüyorlar. İnanın Fransızlar ikinci dünya savaşında ülkelerini korumak için daha az emek vermişlerdir, fotoğraf çekmeye verdikleri önemi savunmaya verselerdi tarih başka yazılırdı. Yani önceliklerini iyi koymayı biliyorlar. Küçük Afrika ülkesi deyince, Ruanda on sene önceki olaylar sırasında soykırım suçu işleyenlere yardım ettiği için Fransa'yı mahkemeye verdi, bazı Fransızlar Avrupa'daki mahkeme kararı çıkmadan önce Fransa'dan taşındılar. Şu an görünen o ki Ruanda'nın istediğine yakın bir karar çıkacak, yani Fransa soykırım suçlusu ilan edilebilir. Bu adamların sağı solu belli olmaz, bak soykırıma da meyılliler deyip yerimi çaresiz Fransızlara bırakıyorum.
Orang-utan'ın yerel dildeki anlamı orman-adamı. İnsanlarla genetik yapıları %95 aynı. Ağaçlarda mutlu bir şekilde yemek yiyen, uyuklayan, arada düşünür gibi duran orangutanları görünce bu yakın hissetmemek mümkün değil. hepsinin canı sıkılıp ağaçların arasında gözden kaybolana dek seyretmeyi sürdüyorum.
Öğle yemeği sonrası merkezdeki patikalara girip biraz daha dolaşıyorum. Saat üç'te tekrar besleme platformuna gidiyorum, belki yeni başlayan yağmurdan dolayı bu kez turistte az, orangutanda. Yine de iki orangutanın platforma oturup bizi seyretmelerini seyrediyorum. Kim kimi seyrediyor? Kendi aralarında konuştuklarını hayal ediyorum, biri ötekine diyor ki " bu insanlara yakın hissetmemek mümkün değil, biliyor musun genetik yapıları bizimkiyle %95 aynıymış". Öteki diyor ki "ama Fransızlar?". " doğru onlar biraz garip, genetik bozukluk mu dersin?". Görevli merkezin kapanma vakti geldiğini söyleyene kadar bu müthiş yaratıkları izlemeye devam ediyorum.

Borneo'nun en büyük nehrinin üzerindeki şehir: Sibu

Sibu şehri Borneo'nun en uzun nehri olan Rejang'ın üzerindeki en büyük yerleşim birimi. Denizden yaklaşık 60 km içeride kurulu olan şehir ulaşım ve kerestecilik merkezi.

Şehir nüfusunun çoğu Çinli ve Tayvan'lılarla aynı kökeni paylaşıyor. Şehirde birçok Çinli tapınağı yer alıyor.Borneo, bir İngiliz ailenin "kişisel devleti" iken devletin başı ve sahibi Brooke ailesi Sibu bölgesinde keresteciliği başlatmak için Çin'den göçmenlerin gelmesini teşvik etmiş. Şehrin bugünkü etnik yapısı yüz sene önceki bu davetin bir sonucu.
Sibu, nehir üzerindeki konumu nedeniyle önemli bir ticaret merkezi. Malezya'nın en büyük kapalı "halk pazarı" ve en büyük şehir meydanı Sibu'da. Bu iki bilgi şehrin ekonomisi hakkında bize iyi bir fikir veriyor.
Sibu'ya gelmemin sebebi Borneo'nun içine ulaşabilmek. Sibu'dan sonra karayolu sona eriyor. Burası bir anlamda yolun sonu. Halbuki önümüzde gezilmesi bekleyen çok geniş bir coğrafya var. Bir sonraki yolculuğumuz Borneo'nun kalbine, nehirden başka ulaşım yolunun olmadığı Kapit şehrine. Şimdilik gün batımında balık tutanları seyrederek biraz gevşeyelim, yol yarına.


Rejang nehri boyunca Borneo'nun içlerine: Sibu - Kapit yolu

Rejang nehri Borneo'nun içlerinde İran dağlarında doğup yaklaşık 760 km yol aldıktan sonra Güney Çin Denizine dökülüyor. Nehir yol aldığı alan için tek ulaşım yolu. Nehir boyu Sibu şehrinden itibaren ( denizden 60 km içeride) geçilmez ormanla kaplı. Rejang üzerinde Sibu'dan sonra tek kasaba denebilecek yer Kapit şehri. Bugün sizinle herhangi Borneo ormanlarının içine 120 km daha gireceğiz, başka yol olmadığı için Rejang üzerinden gideceğiz.


Sibu'dan bindiğim araç yaklaşık 80 kişi taşıyabilen , küçük ama çok hızlı bir tekne. Saatte 55 km hiza çıkabiliyor. Başka ulaşım aracı olmadığı düşünülürse oldukça hızlı. Sibu şehri çıkışında onlarca kereste fabrikası görüyoruz.Sibu bölgenin endüstri merkezi olduğu için beklenen bir görüntü, ancak kerestehaneler bayağı bir süre yol olmayan yerlerde de devam ediyor.
Sibu'dan yirmi kilometre daha Borneo iclerine girince kerestehaneler once kuculup sonra yokoluyor. Yerlerine agaclarina arasina sikismis aralarinda uzun mesafeler olan tek baslarina evler aliyor. Buralarda kacak Filipinli ve Endonezyali iscilerin calistigi soyleniyor, polis kontrolu olmadigi icin kanunsuz agac kesiminde calisiyorlar.

Evlere giden iskelelerdeki kayik sayisi ev sakinlerinin sayisini el veriyor. Bazilarinin iskelesi kalabalik. Insanlar yikanma ve camasir yikama ihtiyaclarini bu sularda karsiliyorlar (Botlarin yanindaki kucuk sapka, aslinda yikanan bir Iban koylusu).Bölgede geleneksel olarak kurulan "uzunevler" ( longhouse ) tek çatı altında yaşayan bir köy aslında. Yukarıdaki resimdeki yaklaşık 150 metre uzunluğunda bir "ev". Her kapı bir aileye ait ve ortak: kapıyı açtığınızda köy meydanına çıkıyorsunuz, o kapıdan girip 10 metre yürüyüp ikinci kapıyı açtığınızda bir aileye ait olan özel bölümdesiniz. Köyün ana meydanına girebilmeniz dahi koyun şefinin iznine bağlı. Evlerin bu şekilde yapılmasının sebebi savunma kolaylığı. Şimdi tekneyi kullanan su sakin görünümlü İban köylüsü elli sene öncesine kadar kafatası avlayan bir kültürden geliyor. Uzunevlerin bazılarında halen gençliğinde avladığı kafataslarını saklayan yaşlılara rastlamak mümkün.Kapit'den bir onceki köyde (Song) yolcu indiyoruz.
Uzaktan sakin gorunen koy birden canlaniyor, nasil canlanmasın dış dünyaya tek bağlantilari günde iki kez ugruyor.
Insanlar akrabalarini karsilayip onlarin getirdigi erzaklari yukleniyorlar, sonra nerede oldugunu goremedigim evlerine -nehir uzerinde bir yerlere- yollaniyorlar.

Borneo ormanlarında bir vaha: Kapit

Kapit, rejang nehri üzerinde en yakın şehre 120 kilometre mesafede bir şehir. Buraya ulaşım sadece nehirden, başka yol yok. Kapit tüccarları ve yerel yönetim birimleri ile yiyecek almak için gelen yada devletle işi olanlar için Borneo ormanları ortasında adeta bir vaha.


Sabah güneş henüz yakmaya başlamadan kalkıyorum. Amcacım şehir meydanında bir "kopi" içip sabah iskeleye gelenleri seyretmek. Kopi, kahvenin Malezya usulü demlenmiş olanı, uzun sürahi içinde filtre ile iki dakikada hazırlayıp getiriyorlar. İçecekseniz aman şeker koymasınlar, onlar koyarsa ellerinin ayarı yok beş kaşıktan aşağı kesmez.Hafif bir muzik sesi duyuyorum. Muzigin geldigi yana baktigimda nufusun cogunu olusturan Cinlilerin tai-chi icin toplandigini goruyorum.Kasaba henuz uyanmaya basliyor. Parklar canlaniyor.
Sabah sabah yikanan camasirlar balkonlara asiliyor. Sabah kahvaltisi icin pilav ve tavuklar hizli hizli yeniyor.
Geceden islerini yetirtiremedigi belli iki tomruk gemisi islerini hizla bitirmeye calisiyorlar. Birazdan buradan nehrin yukarisina mal goturen tekneler gecmeye baslayacak, nehrin trafigini etkilememeleri gerekiyor.

Saat ona yaklasinca cocuklar grup halinde "en yukaridan kim suya atlayacak" yarisina giriyorlar.
Bolgenin en buyuk binasi yerel yonetime ait. Binanin zengin gorunumu orman gelirlerinin ne kadar oldugunun bir gostergesi.
Sehrin sokaklari arac dolu, ama kasabanin her iki yanindaki 10 kilometrelik yol disinda arac surebilecekleri bir yer yok. Gosteris merakinin akla zaferi diyelim.
Alisverislerini tamamlayan Rejang nehri sakinleri "orada bir yerledeki" evlerine donuyorlar: cimento, tup, pirinc vb. Hersey tek tek tekne ile tasinmak zorunda.
Ticari gemilerde gelmeye basliyor, ogleye dogru sicaklik ve nem dayanilmaz hale geliyor. Kendime golge bir yer arayip, aciyorum kitabimi. Hayat buralarda yavas ve sanki yuzyillardir ayni. Oysa bizim daha gidecek yolumuz var, yarin sabah Kuching'e gitmeli ama once bir kopi daha, sekersizzzzz olsun.

Canli Muze: Sarawak Kültür Köyu, Kuching

Sarawak Kültür Köyü, Kuching kentine bir saat uzaklıkta ormanın kenarına kurulu. Köyde Borneo'da yaşayan 8 büyük etnik grubun yaşamları "sergileniyor". Yaşam nasıl sergilenir mi? Anlatması zor. En iyisi gelin evlere beraber girelim.


Adımlarımıza dikkat edelim biraz, Melanau'lara ait evlerin merdivenleri biraz dikçe.


Evler, kabilelerin yaşadığı bölgelerin özelliklerine göre değişiklikler gösteriyor. Örneğin aşağıdaki "uzunev" pirinç üretimi yapan ve düz alanlarda yaşayıp arada şu baskını ve diğer kabilelerin saldırısına uğrayan kabilelere ait. Yerden yüksek giriş hem suya hem düşmana karşı savunma sağlıyor, tabi merdivende öyle.Evin içinde kabileye ait bireyler günlük yaşamlarına devam ediyor. Bunun için kendilerine maaş ödeniyor.
Yemeklerinin bir kismi evde pisiyor. Isterseniz kucuk bir ucret karsiligi siz de tadina bakabilirsiniz. Ev sahipleri sizi iceride dolastirip hayatlarini anlatiyorlar, sorularinizi cevapliyorlar. Yeterince vakit gecirdiniz mi? Yandaki eve misafir gidebilirsiniz.

Burada el sanatlari ile ugrasan bir kabile uyesi susleme yapiyor. Denemek ister misiniz? Hadi simdi bicakla oynayip bir yerimi kesmeyeyim dediniz, o zaman bir seyler daha yiyin.
Ya da siradaki baska bir eve daha ugrayin.
Hiim, biraz daha yemek. Bu koyun insani doyurucu bir etkisi var.
Aksamustu Borneo folk danslarinin tanitildigi bir gosteriye ugrayabilirsiniz. Mesela asagaki dansci kafatasi avcisi Iban'lardan.
Son derece hareketli baska bir dans ise sadece hasat toplama zamani ( Haziran) yapilan Dawai dansi.
Artik aksam oldu, sehire geri donme zamani. Yine bekleriz.


Borneo Bako Milli Parki ( Kuching yakınları)

Borneo'nun batı ucunda Bako Milli Parkı maymunları ile ünlü. Parkta üç çeşit maymun yaşıyor: nesli tehlikede olan ilginç uzun burun yapısına sahip probiscus, bu bölgede çok rastlanan makak ve gümüşsirt.


Bako milli parkına karadan yol yok. Bako pazarının önünde bir tekne kiralamak gerekiyor. tekneye binerken dikkatli olunması gerekiyor dengenizi aman kaybetmeyin çünkü tuzlu su timsahları var.

Su uzerine kurulu balikci evlerinin yanindan gecerek denize dogru ilerliyoruz.

Biraz ileride evlerini gordugumuz balikcilari is uzerinde goruyoruz. Gelgitlerde balik yakalamak icin kullandiklari aglari onarmakla mesguller.
Yirmi dakikalik bir yolculuktan sonra gokyuzunun agaclardan zor gorundugu oldukca nemli ve son derece yesil yagmur ormanina variyorum.
Orman içinde bütün gün sürecek bir patika seçip yürümeye başlıyorum. Park görevlileri karanlık basmadan gelinmesi konusunda bütün ziyaretçileri sıkı sıkı tembihliyor.


Ağaçlar sanki benim gibi terden sırıksıklama olup tutunacak yer arayanlara el vermek ister gibi binlerce kökünü yola sermiş.
Yürümeye başladıktan on dakika sonra ağaçlarda probiscus maymunlarını görüyorum. Probiscuslar çekingen bir tür, dallardan inmeden uzaktan yürüyüşçüleri seyretmeyi tercih ediyorlar. Ancak yarım saat ötede karşılaştığım makak maymunlarında durum tam tersi, bu meraklı tur neredeyse objektifin içine girecek.

Park icinde bes-alti saat dolastiktan sonra kiyiya geri donuyorum. Gelgitle sular epeyi cekilmis, dort saat once gordugum adacik simdi kara olmus.
Yolda gumussirt maymunlari dinlenirken buluyorum. Oylesine yayilmislar ki. Yol vermeye niyetleri yok gibi. Yarim saat kadar dinlenen maymunlara bakip -aslinda caktirmadan soluklaniyorum, cok nemli ve sicak- fotografliyorum.

Denizin yanındayken paçaları sıvayıp biraz serinleyeyim diyorum, şansıma orada tabelaları boyayan park görevlisi müdahele ediyor: " suyun dizkapağına geldiği yerlerde timsahlar var, istersen park merkezinde serinle". Önerisini hemen kabul ediyorum.Park merkezine donuste onlarca maymunu ziyaretciler arasinda gorunce sasiriyorum.


Geri dönmek için kafeye toplanan ziyaretçilerle maymunlar arasında kedi-fare oyunu oynanıyor. Yalnız burada kedi rolünde maymunlar var. Kafede yemek yiyen, bir şey içen müşterinin dört beşi birden yaklaşıyor, müşterinin dikkati dağılınca maymunlardan biri masaya fırlayıp şaşırtıcı bir hızla ne varsa çalıyor: kola, bisküvi, yemek, gözlük vb.Maymunlarin sodali icecegi bu kadar sevdigini bilmezdim dogrusu. Ya da biskuviye olan duskunluklerini.
Icecegime iki elle sarilip sirt cantami bacaklarim arasinda garantiye aliyorum. Ne olur ne olmaz, ne de olsa Bako milli parki hizli maymunlarin mekani.

Miri ( Borneo, Malezya )

Miri, Borneo'nun Sarawak eyaletinin ikinci büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 300 bin. Miri, Malezya'da petrolün ilk çıkarılmaya başladığı yer. Karada petrol bitince petrol arama çalışmaları denize taşınmış. Halen hatırı sayılır derecede petrol geliri var. Şehrin bakımlı olması ve temizliği gelirinin yüksek olduğunu gösteriyor zaten.
Sehirde balik lokantalarinin coklugu dikkat cekiyor. Tabi bu durumda balikhaneye ugramadan gecilmez. Miri'nin nufusu Malay, Iban, Cinli ve kucuk bir Hintli grubundan olusuyor. Pazarda kucuk bir gezinti dunya turu gibi.

Borneo'nun en buyuk Taoist tapinagi Miri'de. Duvarlarindaki bazi resimlerin ne anlama geldgini cidden merak ettim.
Miri'deyken karizmatik olmayi ogrenmek istemez misiniz? Onun da okulu var, merak etmeyin.




Harcamalar


Önce genel fiyatlara bir bakalım. Numbeo.com'a göre İstanbul ve Kuala Lumpur arasındaki fiyat farkları aşağıda sıralanmıştır ( Google translate). Ayrıntılar için lütfen siz de bakın. http://www.numbeo.com/cost-of-living/compare_cities.jsp?country1=Turkey&country2=Malaysia&city1=Istanbul&city2=Kuala+Lumpur&tracking=getDispatchComparison




Endeksler Farkı Bilgi
Kuala Lumpur Tüketici Fiyatları İstanbul göre 11.22% daha düşük olduğu
Kuala Lumpur kira dahil Tüketici Fiyatları İstanbul göre% 6.56 azalmış durumda
Kuala Lumpur kira fiyatları İstanbul göre 9.03% daha yüksek olduğu
Kuala Lumpur Restoran Fiyatları İstanbul göre 28.86% daha düşük olduğu
Kuala Lumpur bakkaliye Fiyatlar İstanbul'da göre% 7.35 daha yüksek
Kuala Lumpur Yerel Satınalma Gücü İstanbul'da göre 56.87% daha yüksek olduğu
Para birimi:
Sabit Döviz ABD ölçü birimlerini geçiş

İstanbul kuala Lumpur fark
Restoranlar [ Düzenle ] [ Düzenle ]
Öğün, Ucuz Restoran 15.00 TL
(20.99 RM)
7.15 TL
(10.00 RM)
-52,37%
2 Kişilik Öğün, Orta menzilli Restoran, Üç ders 62.00 TL
(86,77 RM)
42.87 TL
(60.00 RM)
-30,85%
McDonalds McMeal (ya da Eşdeğeri Combo Meal) 15.00 TL
(20.99 RM)
8.57 TL
(12.00 RM)
-42,84%
Yurtiçi Bira (0.5 litre taslak) 9.00 TL
(12.60 RM)
8.57 TL
(12.00 RM)
-4,73%
İthal Bira (0.33 litrelik şişe) 10.00 TL
(14.00 RM)
10.72 TL
(15.00 RM)
7,18%
Cappuccino (normal) 7.08 TL
(9.91 RM)
7.86 TL
(11.00 RM)
10,93%
Kok / Pepsi (0.33 litrelik şişe) 2.50 TL
(3.50 RM)
1.63 TL
(2.28 RM)
-34,75%
Su (0.33 litrelik şişe) 0.88 TL
(1.23 RM)
1.05 TL
(1.47 RM)
19,66%
Piyasalar [ Düzenle ] [ Düzenle ]
Süt (düzenli), (1 litre) 2.55 TL
(3.57 RM)
5.02 TL
(7.03 RM)
96,82%
Taze Beyaz Ekmek(500g) 1.59 TL
(2.23 RM)
2.21 TL
(3.09 RM)
38,76%
Pirinç (beyaz), (1kg) 5.41 TL
(7.57 RM)
3.36 TL
(4.70 RM)
-37,96%
Yumurta (12) 5.88 TL
(8.23 RM)
3.76 TL
(5.26 RM)
-36,16%
Yerel Peynir (1kg) 18.89 TL
(26.44 RM)
49.39 TL
(69,12 RM)
161,44%
Tavuk Göğsü et (Kemiksiz, derisiz), (1kg) 12.22 TL
(17.11 RM)
9.16 TL
(12.82 RM)
-25,05%
Sığır  (1kg) (ya da Eşdeğeri Arka Bacak Kırmızı Et) 44.94 TL
(62.90 RM)
21.00 TL
(29.39 RM)
-53,28%
Elmalar (1kg) 3.74 TL
(5.24 RM)
6.12 TL
(8.56 RM)
63,41%
Muz (1kg) 5.76 TL
(8.07 RM)
3.78 TL
(5.29 RM)
-34,46%
Portakal (1kg) 3.21 TL
(4.50 RM)
4.99 TL
(6.98 RM)
55,10%
Domates (1kg) 3.17 TL
(4.43 RM)
3.21 TL
(4.50 RM)
1,56%
Patates (1kg) 2.29 TL
(3.20 RM)
2.65 TL
(3.70 RM)
15,53%
Soğan (1kg) 2.18 TL
(3.06 RM)
2.40 TL
(3.36 RM)
9,95%
Marul (1 baş) 2.52 TL
(3.52 RM)
2.69 TL
(3.77 RM)
6,91%
Su (1.5 litre şişe) 1.50 TL
(2.11 RM)
1.80 TL
(2.52 RM)
19,79%
Şarap Şişe (Orta sınıf) 30.00 TL
(41.99 RM)
41.08 TL
(57.50 RM)
36,95%
Yurtiçi Bira (0.5 litre şişe) 5.79 TL
(8.11 RM)
7.03 TL
(9,84 RM)
21,41%
İthal Bira (0.33 litrelik şişe) 7.73 TL
(10.81 RM)
10.06 TL
(14.08 RM)
30,23%
Sigaralar Paketi (Marlboro) 10.00 TL
(14.00 RM)
12.15 TL
(17.00 RM)
21,47%
taşımacılık [ Düzenle ] [ Düzenle ]
Tek yönlü bilet (Yerel Ulaşım) 2.30 TL
(3.22 RM)
1.64 TL
(2.30 RM)
-28,55%
Aylık Geçiş (Normal Fiyat) 170.00 TL
(237,92 RM)
71,45 TL
(100.00 RM)
-57,97%
Taksi Başlangıç ​​(Normal Tarife) 3.20 TL
(4.48 RM)
2.14 TL
(3.00 RM)
-33,01%
Taksi 1km (Normal Tarife) 2.00 TL
(2.80 RM)
1.00 TL
(1.40 RM)
-49,98%
Taksi 1 saat Bekleme (Normal Tarife) 21.00 TL
(29.39 RM)
17.86 TL
(25.00 RM)
-14,94%
Benzin (1 litre) 4.54 TL
(6.35 RM)
1.41 TL
(1.97 RM)
-68,99%
Volkswagen Golf 1.4 90 KW Trendline (Ya Eşdeğer Yeni Araç) 70,000.00 TL
(97,967.95 RM)
108,964.21 TL
(152,500.00 RM)
55,66%


Özetle, eğer Malezya'da ev kiralamayacaksanız Türkiye'ye göre ortalama %30 daha ucuza gezmeniz mümkün.

Düşük bütçeli seyahat

20-30  Malezya ringit ödeyerek hostellerde kalabilirsiniz. Sokak yemekleri 5 ila 10 MYR kadar tutmakta. Günlük ulaşım masraflarınızı da eklersek. 100 MYR kadar harcayarak ekonomik bir Malezya tatili yapabilirsiniz.

Orta Bütçeli seyahat

80 MYR kadar ödeyerek hemen her şehirde otel odasında kalıp öğün başına 10-30 MYR ödeyerek lokantalarda yiyip  arada taksiye binerek günde 200-300 MYR harcayarak Malezya'da rahatça tatil yapabilirsiniz

Lüks Malezya seyahati

Para ödemek isteyene hizmet etmek isteyen çok olur.  Bu kategori 400 MYR'den başlar yukarı çıkar da çıkar. Ülke eski İngiliz sömürgesi olduğundan lüks isteyen batılılara iyi seçenekler sunmasını bilir.




Nasıl Gidilir? gezilir?

Malezya'ya İstanbul'dan hem direkt hem aktarmalı uçuşlar var. Aktarmalı uçuşlar genelde daha ucuz oluyor. Ucuza bilet bulabilmek için lütfen şu yazıya bakınız: "Ucuza uçak bileti nasıl alınır?" 
Malezya'yla ilgili  güzel bir nokta ucuz havayolu Air Asia'nın merkezinin bu ülkede olması dolayısıyla bir çok ucuza uçuş imkanı sağlamasıdır.
Aşağıda Air Asia'nın Kuala Lumpur'da olan uçuşları görülüyor. www.airasia.com

Malezya'da yaygın bir uçak ağı var, çoğu zaman uygun fiyata bilet bulmak mümkün. Uçak olmazsa her zaman otobüslerde yer bulabilirsiniz. Otobüslerde kalite firmalar arası çok değişiyor aynı paraya birisi süper rahat araçlarda sizi taşırken diğeri külüstürlerle idare edebiliyor. Yani en iyisi otobüs firmasını bilet almadan önce bir yerele sormanız.

Genel tavsiyeler

 Ülkede seyahat ederken en çok karşılaşacağınız ve uğraşacağınız tipler taksiciler. Aynen bizim turist yolmaya çalışan taksiciler gibiler, sevimsiz. Malezya gerçekten de Asya'da kötü taksicileriyle ün yapmış bir ülke. Ülke de yeni kullanılmaya başlanan akıllı telefonla taksi çağırma uygulaması her ne kadar yoğun trafik zamanlarında ve yağmurda işe yaramasa da diğer zamanlarda harika
https://www.grab.com/my/taxi
Sağlıkla ilgili kısa bir not: Malezya'da Dang Humması çoğu şehirde vardır. Dang Humması sinek ısırmasıyla geçen, hastayı öldürmeyen ama 10 gün kadar yatağa bağlayıp süründüren ateşli ağrılı bir hastalıktır. Tek korunma yolu sinekler tarafından ısırılmamaktır. http://www.seyahatsagligi.gov.tr/Site/HastalikDetay/Dang-Hummasi

İlginç Malezya Notları


  Borneo ve Kalimantan gelenekleri

Akşam işten çıkınca trafikle boğuşup yorgun bir şekilde eve gelmişsiniz, yemek yemişsiniz, hamile eşiniz asermiş, sizi markete turşu almaya gönderiyor. Ha bu arada eşiniz Borneo'da büyümüş bir Çinli ve diyorki “bak doğuma bir hafta kaldı türsünün yanında 30 litrede pirinç şarabi almadan dönme, içecem”. Hah işte böyle bir durumda kalırsanız diye bu yazıyı yazayım dedim, tamam fazla kişiye hitap etmeyebilir ama edenler için önemli olacak. Üstelik yazının hitap edeceği kişi sayısını ikiye katlamak için Kalımantan yerlisi kocanız “bana dondurucu bir nehir bul, bir kaç saat yüzeceğim” derse ne yapacağınız gibi önemli bir soruya da cevap vereceğim. Hep bunları merak edip uykusuz kalanlar okumaya devam lütfen.

Borneo'nun Miri şehrine Niah mağaralarını görmek için gittim, şehire vardığım ilk üç gün yağmur yağdı. Niah mağaraları da su altında kaldığı için bu küçük şehirde pek bir şey yapamadan bekledim. Neyse ki kaldığım misafirevinin -Çin asıllı Borneo sakini Malay- sahipleri dünya tatlısı Pee İng ve Johnny sayesinde zaman çabucak geçti, hem Malezya'yı daha iyi tanıdım hem de Çinlilerin adetlerini. Borneo'daki Çinliler kendi geleneklerini sıkı sıkı devam ettiriyorlar, bazı geleneklerse hafif değişime uğramış ve yerlilerden etkilenmiş. Aşağıda anlattığım geleneklerin bir kısmıda etkilenenlerden.


Çinlilerin isim ve soyad konusunda halen korunan eski gelenekleri var. Pee İng, kendi Çinli ismini kullanıyor, bazı Çinlilerin -kocası Johnny gibi- iki ismi var biri Çince biri İngilizce. Çinlilerde evlenince kadın kendi soyadını kullanmaya devam ediyor, ancak çocuklar erkeğin soyadını alıyor. Yani annelerin soyadları çocuklarınınkinden her zaman farklı. Çocukların bir de orta ismi oluyor ki buna ailenin büyükleri karar veriyor. O nesil aynı ailede doğan bütün erkek çocuklar için ve bütün kız çocuklar için ortak bir göbek ismi seçiliyor. Bu seçim işlemi yaklaşık her elli senede bir yenileniyor, bu şekilde aileden birinin tam ismi söylendiğinde aşağı yukarı ne zaman yaşadığını hiçbir kayıda bakmadan söyleyebiliyorlar. Bu bilgiler aynı zamanda ailelerin sakladıkları kütüklere yazılıyor: bazıları ciddi kütük -tahtadan- , bazıları deri, çünkü 2000 ila 2500 sene önceye gidenleri var. Mesela Johnny son 2000 senede ailesinde doğan herkesin adını söyleyebiliyor. Pee İng ise “böyle şeyler eskide kaldı, şimdi kayıt tutmak daha kolay, ne diye başkasının seçtiği ismi çocuğuma vereyim” demiş ve öyle yapmış. Ama gelenek dışına çıkması sadece bu alanda kalmış. Her iki hamileliğini ve sonrasını tam geleneklere göre yaşamış. Çin adetlerine göre loğuşa kadınların şu içmesi yasak, ya pirinç şarabi içebiliyorlar ya da meyve ile kaynatılmış şu. Ama yemekleri illaki pirinç şarabi ile yapılmak zorunda ve bir ay boyunca günde yaklaşık bir litre şarap içmeleri gelenekten. Pee İng'e soruyorum, “ eee, sen içince bebeği emzirdiğinde o da sarhoş olmadı mı?” . Gülüyor “ oldular herhalde, ilk bir ayları çok sakin geçti, ben zaten yerimden zor kalkıyordum”. “ Zaten kalksamda yapacak bir şey yok çünkü dışarı çıkmamız yasak, hatta öyleki evin içinde merdiven inip çıkmak bile yasak. Evde merdiven çıkmak zorunda kalmayacağım, tuvaletin olduğu kattaki odaya yerleştim. Tabi her türlü ev işi yapmamız da yasaktı. Annem kaldığım odanın tüm perdelerini sıkı sıkı kapattı, gelenekler böyle. Bazı arkadaşlarım gelenekleri harfiyen yerine getirdiler, onlar evde soba da yaktı, burası zaten sıcak bir de soba. Ama inanışımıza göre hamilelikten sonra vücuttaki zehirleri atmanın en iyi yolu terlemek ve su içmemek.” .


Endonezya Pontianak'ta kaldığım otelin resepsiyonunda Kalımantan'ın esas yerli kabilelerinden biri olan İban soyundan gelen Paul çalışıyordu. İbanlar ünlü kafatası avcıları: kabilede erkekler topladıkları kafatası sayısına göre saygı görüyorlarmış. Evlenmek için en az bir kafatası avlamak şartmış. Borneo'daki Rejang nehri üzerindeki iki büyük kale adayı düşmanlardan korumak için değil, İbanların diğer kabilelerin kafataslarını toplamalarını engellemek için kurulmuş. Tabi artık -bilindiği kadarıyla- kafatası toplayan İban yok, en son avcıların 1970'lerde “emekli” oldukları söyleniyor. Paul'le biraz kafa bulmak için “ sen kafatası topluyor musun?” diyorum. Ciddi ciddi cevap veriyor “ bizim artık dinimiz var, din öldürme diyor, toplamayı bıraktık”. Paul'ün tüm köyü altmış sene kadar önce katolikliği seçmiş, ondan önce ormana ve ruhlara tapıyorlarmış. Paul'ün akrabaları Kalımantan'da nehir üzerinde küçük bir köyde yaşıyorlar, her haziranda Paul köyüne dönüyor. Yolculuk kesintisiz olarak iki gün sürüyor. Paul'e Borneo'da gördüğüm bütün vücudu dövmeli Dayak yerlilerinden bahsediyorum. “ Bizde de öyleydi, insanlar büyük avları ya da kabile içindeki durumlarını derilerine dövme ile işaretlerlerdi. Yaşlı İban'lar halen öyle. Yeni nesil bıraktı öyle şeyleri, aslında iyi ki de bıraktı. Bazı gelenekler acı verici. Mesela 'palang' 'i duydun mu?” . “ Nedir palang?” diyorum merakla. Gülerek anlatıyor “ Belli bir yasa gelince karını yeteri kadar mutlu edememeye başlarsın. İşte o zaman karın senden palang ister. Palang penise takılan demir bir çubuktur.” “ Nasıl yani?”. “ Bende yok. Köyde yaşlılarda var, eski kafatası avcıları. Tabi bazı gençlerde de. Palang takmak için çok soğuk bir nehir bulursun, belden aşağın hiçbir şey hissetmeyinceye kadar bir kaç saat suda otururursun, sonra da palang'ı ittirerek delik açarsın ve takarsın. ” Dinlemesi bile acı verici işlemi duyunca “Paul, bu geleneğin eskide kalması iyi olmuş be" diyorum. İyice sırıtıyor “ öyle, öyle “.

Rica ederim, tükürük çorbamdan biraz almaz mıydınız? ( Niah mağaraları, Malezya)

Samimiyim, tükürük çorbamdan istediğiniz kadar içebilirsiniz. Kuşlar o kadar uğraşıp tükürükten yuvalarını yapmışlar, sonra kuş yuvaları binbir zahmetle önümüze çorba olarak gelmiş, elbette içmek istersiniz değil mi?

Evet, kulağa garip geliyor. Ama hemen karar vermeyin öyle, yerliler bunun 1001 derde deva olduğunu söylüyorlar, meraklısı çok kuş tükürüğünün 10 gramı 20 ila 100 dolar arası alıcı buluyor. Kuş tükürüğü deyip geçmeyin, en iyisi hikayesini biraz açmalı, belki sonra içmek istersiniz.


Asya'nın ünlü yemeklerinden birisi "Kuş Yuvası Çorbası" . Bu çorba Türkiye'de yaşamayan kırlangıca benzeyen bir kuş ( Aerodramus fuçiphagüş ya da İngilizcesiyle Swiftlet)'un tükürükleriyle yaptığı yuvalarla yapılıyor. Binlerce kuş yuvası toplandıktan sonra temizlenmeleri gerekiyor. İlk önce üç gün kadar suda bekletiliyorlar, sonra cımbızla tek tek içlerindeki tüyler ve diğer çöpler toplanıyor. Amaç sadece kuş tükürüğünün kalması. Kuş yuvası çorbasının ana müşterileri Çinliler, yuvalar en çok Hong Kong, ABD ve Çin'e ihraç ediliyor. İnanışa göre çorba deriye iyi geliyor, içene canlılık veriyor, yerliler daha bir çok şey sayıyor.


Swiftletler yuvalarını taşlık yüksek yerlere yapıyorlar. Bu yerlerden biri Borneo'da Niah kasabasına yakın Niah mağaraları. 105 dönüm büyüklüğündeki Niah mağarasının tavan yüksekliği yer yer 75 metreye kadar yükseliyor. Swiftletlerin yavrulama mevsiminde mağara tavanına uzatılan bambu sırıklar yardımıyla yuvalara henüz yumurtlanmadan ilk hasat yuvalar toplanıyor. Yukarıdaki resimde tavandan sarkan ince şeyler bambu sırıklar, aşağıdaki resimdeki siyah gri şeyler ise kullanılmış, toplanmamış yuvalar. Yuva toplarken en ufak bir dikkatsizlik ya da iplerin kopması, bambunun kırılması 75 metreden aşağı düşmek demek. Buna karşın kuş yuvası toplayanlar çok istekli nasıl olmasınlar ki: yuvanın kalitesine göre kilosu 2000 dolardan 10000 dolara kadar alıcı buluyor. Niah mağarasındaki yuvalar en iyi kalite.

"Şu yolculuk masraflarını çıkarayım, 75 metreye iki dakikada tırmanırım" dediğinizi duyar gibi oluyorum (belki de duymuyorumdur, gaipten sesleri kuş yuvası toplamanın heyecanına bağlıyorum). O sırığa çıkmadan önce toplama iznine sahip adamdan izin almanız yada çelik yelek giymeniz gerekecek. Kuş yuvası çorbası mafyası dünyanın en tehlikelilerinden. Borneo'da hersene onlarca kişinin kavga edip yaralandığı kuş yuvası toplama dönemi Tayland ve Endonezya'da çok daha çetin geçiyor. Kuş yuvası çorbası mafyası, alanlarını korumakta çok kararlılar çünkü yuvalar çok değerli ve kazandığınız parayı kayıtdışı tutup vergi kaçırmanız mümkün. Tayland'daki mafyanın kendine ait sürat tekneleri ve küçük orduları var, geçen sene bölgelerine yanlışlıkla giren üç balıkçı vurularak öldürülmüş. Endonezya'da da durum farklı değil.


Beyaz yuvaların kilosu 2000 dolar civarı, kızıla çalan yuvalar ise 10000 dolara kadar çıkıyor. Beyaz yuvalarda pislikler çamaşır suyuna konarak ( içenin sağlığı düşünülmeden) kapatılabiliniyor, kızıla çalan yuvalarda bu mümkün değil. Çorbanın sabaha karşı , gün doğmadan. içilmesi halinde yararının en fazla olacağı söyleniyor.


Biz sabah saat üçte kalkmayı denemeden öğlenleyin Kuching şehrinde kuş yuvası çorbacılarından birine giriyoruz. Menüden en en en ucuz kuş yuvası çorbasını seçelim. Kuş yuvasının kalitesine göre bir taş çorba 37 dolar ila 110 dolar arası: ehem 37'lik neyimize yetme. Aslında 37 dolara Malezya'da 37 ogün doyabilirsiniz. Ama meraklısı için kuş yuvasının yerini hiçbir şey tutmuyor. Biz de deneyeceğiz ya.


Huuuuuuupppp.

Samimiyim, tükürük çorbamdan istediğiniz kadar içebilirsiniz, valla.

Flip-flop, yüksek topuklu ve kapalı ayakkabi (Malezya)

Açtık önümüze Strait Times gazetesini, bakınıyoruz: Çin yeniyil kutlamaları yeni bitmiş, Hintlilerin kutsal bayramı başlıyormuş, Perak eyaletinde Malay partisi çoğunluğunu kaybetme tehlikesinde imiş, ekonomik kriz vurmuş, odada yalnız yakalanan erkek ve kadın zina kuşkusuyla mahkemeye sevkedilmiş, din polisi içen iki Malay yakalamış, 71 yasındaki eski milletvekili 23 yasındaki yeni eşiyle mutluymuş, sultana karşı yazı yazdığı için bir blogcu aranıyormuş ama bulunamamış, dört günlük tatilde 67 kişi trafik kazasında ölmüş, kapkaççılar çantasını alırken kadın bir turistin yaralanmasına yolaçmışlar. Biraz daha bakalım, himmm, bitti .


Oturduğum kafenin havalandırmalı serinliğinde dışarıya doğru bakıyorum, bu sıcakta dışarıya adım atmaya niyetim yok. Düşmancasına yakıcı öğle güneşini önlemek için yerden yarım metre yüksekliğe kadar indirilmiş pancurlar yoldan geçenlerin sadece ayaklarını görmeme izin veriyor. Bir adım, beş adım, on adım, 20 adım, hah işte sahibi. Ayakların sahiplerini ancak kafenin geniş kapısının önünden geçerken görebiliyorum, bu saatte yayaların çoğu kadın. Kimisi küçük adımlarla yürüyor, kimi ayaklarını yere sürtüyor , kimi tedirgin bir aceleyle geçiyor. Flip-floplar. Yüksek topuklular. Kapalı ayakkabılar. Biraz daha böyle vakit geçirince belli bir ayakkabıyı belli bir etnik kökenle eşleştirebildiğimi görüyorum. Hintliler flip-flop, Çinliler yüksek topuklu ve Malaylar kapalı ayakkabı giyiyor.

Malezya toplumunda kökene göre farklı olan sadece ayakkabı değil, roller ve meslekler de kökene göre değişiyor. Malezya toplumunda dışarıdan bakan gözlere hemen gözükmeyen, iktidar yanlısı basın tarafından özenle üzeri örtülen derin çatlaklar var. Toplum dört ana gruptan oluşmuş: Malaylar ( %60), Çinliler (%28), Hintliler (%8) ve geri kalanı yerli ırklar ( İban, Orang Aslı vb.). Malaylar 15.yy'a kadar Malay yarımadasının tartışmasız hükümdarlarıymış. Melaka boğazının ticari potansiyeli ilk önce Portekizlileri daha sonra Hollandalıları ve en sonunda İngilizleri çekmiş. Hepsi yarımadada izlerini bırakmış. Özellikle Malay yarımadasının batı kıyısında bu üç devletten birine ait bir iz, bir yapıya mutlaka rastlıyorsunuz. Eskinin mirası deyip bu yapıları ve izleri korumaya çalışıyorlar. Başka bir miras daha varki korunursa -ki korunuyor- çok sorunlara gebe. İngilizlerin 19.yy'da düzenlediği topllum yapısı halen varlığını koruyor. Malayların iyi çalışmadığını düşünen İngiliz idaresi kalay madenlerini işletmek için Çin'in güneydoğu bölgesinden işçi getirmiş. İngilizlerin açtıkları çay ve kauçuk işletmelerinde ise Hindistan'dan getirilen işçiler kullanılmış. Bu işçilerin çoğu geri gitmemiş, yerleşmişler.

1957 yılında Malay yarımadası bağımsızlığını kazanmış, adı Malaya imiş ve toprakları Malay yarımadası ile sınırlıymış. 1963 yılında İngiltere, Borneo topraklarını Malaya ve Singapur ile birleştirip 15 eyaletten oluşan Malezya'yı kurmuş ve resmi olarak bağımsızlığını vermiş. Malezya nüfusunda Singapur'unda dahil olması ile birlikte Çinli ve Malay sayısı eşitlenmiş. “Kendi vatanımızda azınlılkta kaldık” diyen Malaylar, 1968 yılında Malezya'nın bir eyaleti olan Singapur'u Malezya devletinden atmışlar. “Kendi vatanımızda azınlılkta kaldık” psikolojisinin devamı olarak kanunlarda herşeyi Malaylar lehine yöntmuşlar, halen de öyle. Ayrımcılık toplumdaki ayrı kökenli insanlar arasında kuşku ve kin yaratmış.

Malezya'daki Malay, Çin ve Hint kökenli vatandaşlar birbirinden tamamıyla farklı hayat şekilleri sürüyorlar. Malaylar İslama dayalı hayatlarında ya çiftçi ya da devlet memuru olmak istiyorlar. Hırsları pek yok. Çinliler, toplumun tüccarları, para onlarda. Malaylar özellikler Çinlillerden nefret ediyorlar, zenginliklerini azaltmak için uğraşıyorlar. Hintliler, çay ve kauçuk işleriyle uğraşıyorlar ya da okuyup iyi bir meslek sahibi oluyorlar. Çinli bir esnafla konuşurken Malezya'da değişik kökenden gelenlerin ilişkileri nasıl diye sordum : Malaylarlar bizim sorunumuz yok, onların bizle var. Hintliler için ise eski bir Çin atasözü der ki 'karşına birden bir Hintli ve bir yılan çıkarsa, ilk önce Hintliyi öldür' ".

Malezya'da vergiler ve bazı kanunlar kökeninize göre değişiyor: Malaylar %15 vergi öderken, Çinliler ve Hintliler %27 ödüyor. İşe alınmada Malaylar öncelikli. Çinliler işyeri açtıklarında eğer Malay ortakları yoksa sorunla karşılaşıyorlar. Kanunlar Malaylardan yana.

Malayca “bumiputra” -toprağın asıl sahipleri- Malezya'da kanuni olarak birinci sınıf vatandaş.Malaylar anayasa'ya göre müslüman olmak zorunda, başka dinden biri anayasaya göre vatandaşlıktan çıkıyor ve bütün avantajlarını kaybediyor. Bir Malayla evlenmek isteyenin mutlaka müslüman olması gerekiyor ya da evlenmeden din değiştirmesi. Yüksek öğrenim kurumlarında ve devlete ise alınırken Malaylar yine avantajlı. Bu yüzden Malezya toplummu çok kaygan bir zeminde. Bu üç büyük grup üyeleri ile birebir konuştuğunuzda karşı gruptan nefret ettiklerini açık açık söylüyorlar. Etrafta bir başkası varken de “ uyum içinde yaşayan barış toplumu” olmalarından dem vuruyorlar. Üniversiteye girebilmek için bütün Malezya vatandaşlarının Malayca bir sınavdan geçmesi gerekiyor. Yani en azından bütün üniversiteliler Malayca biliyor. Ama üniversite mezunu Çinliler Malayca bilmediikleri iddiasıyla günlük yaşamlarında ya Çince ya İngilizce konuşuyorlar. Yani pasif bir şekilde Malaylara direniyorlar. Geçen sene Hintliler ayaklanıp birkaç kenti talan etmişler, haberler gazetelerde pek yankı bulmamış çünkü hükümeti eleştirenler “iç güvenliğin sağlanması” kanununa göre yargılanmadan, sorgulanmadan 6 seneye kadar gözaltına alınabiliniyor. İnternette yazdığı bir blogda Malay hükümetine karşı çıkan bir gazeteci bu ay 6 yıl sonra salıverildi, ne resmi bir suçlama ne bir kanıt.

Çinlilerin lokantaları Malaylardan ayrı, yemeğin helal olmama durumundan. Hintlilerin ki ise (müslümen Hintliler dışında) Malaylardan ve Çinlilerden ayrı, vejeteryan olma durumundan. Çinliler ve Malayların giyimleri farklı -biri oldukça kapalı, biri açık- dolayısıyla giyim alışverişi yaptıkları yerler farklı. Hintliler zaten ayrı giyiniyor. Ülkede birçok özel Çinli okulu var, Malay - Çinliler burada da ayrı. Yediği, içtiği, giydiği ve okuduğu farklı olan bir "millet" Malezya. Ya da millet yerine "tarihin İngiliz destekli garip bir cilvesi" mi desek.

Ayakkabılardan başlamıştık, konu nerelere uzandı. Biz yine bu önemli konuya dönelim, evet ne diyorduk: ayakkabılar...


 Kendine ait apartman dairesi olan kuşlar
Kota Bharu'da sokakta yürürken yukarılardan kuş cıvıltıları öylesine çok geliyor ki şaşırıyorsunuz. Havanın sıcak olduğu öğle vakti dışarıda tek kuş yokken bile bir cıvıltı bir cıvıltı.

Nedenini sonradan anlıyorum. Yukarıda en üstte gördüğünüz apartman dairelerinden sağda olanı insanlara soldaki ise kuşlara ait. İnsanların oturduğu apartman dairelerinde klima var, kuşlarınkinde sadece delikler.  Diyeceksiniz ki tüm bir daireyi kuşlara ayıracak kadar kim kuşlara meraklı böyle?

Kota Bharu'da biraz daha dolaşınca sadece dairelerin değil aşağıdaki gibi tüm binaların kuşların yaşaması için ayrıldığını görüyorsunuz. Aslında olay tamamen ekonomik: kuşların yuvaları ünlü kuş yuvası çorbasında kullanılıyor. Bu konuda daha önce de yazmıştım. Borneo'da yuvalar mağaralardan toplanıyordu,  Kota Bharu'da ise apartman dairelerinden. Ee kuş yuvasının kilosu 2500 dolara kadar müşteri bulunca, apartman dairelerinde kuş beslemek çekici olmaya başlamış. Aynı apartmanda binlerce kuşla komşu olan insanları okuduktan sonra aklınıza "kuş gribi niye Asya'dan çıktı acaba?" sorusu gelmiyor artık değil mi?

.
http://www.simdigezelim.com/p/takip-et.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google, Blogger yada OpenID hesabınızla girerek yorum bırakabilirsiniz. Spam yorumları siliyorum, gireceğiniz dış linkler takip edilemez. Teşekkürler

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...