Edebiyat Tanrısı, Çay ve Tainan

Tayvan'ın güneyindeki Tainan şehri, hem  ülke Çin hanedanına bağlıyken eyalet başkenti olması sebebiyle  hem de Avrupalıların şehirde ticaret için merkez kurması sebebiyle, bir çok eski eseri barındırıyor. Hatta Tayvan adının da Tainan'ın eski ismi olan Tayoun'dan geldiği sanılıyor. Jet hızıyla özetlersem: 17 yy. başlarında bölgeye ticaret yapmak için Portekiz, İspanyol ve Hollanda gemileri gelmişler. Sonunda bölgede üstünlük kuran Hollandalılar, Tainan'da ticaret yapan gemilerini korumak üzere Zeelandia adını verdikleri küçük bir kale kurmuşlar. Hollandalılar yenilince yerlerini Çin hanedanı almış ve Tainan'ı eyalet başkenti yapmış. Şehirde hem Çinlilere hem de Avrupalılara ait eserler halen ayakta. Tainan'da görecekleriniz hayretten ağzınızı açık bırakmazsa en azından ağzınızın tadını yerine getirir. Tainan hem yemekleri hem de çay kültürü ile de tanınıyor.

Taipei'ye göre küçük ve gezmesi daha kolay olan Tainan'da ilk durağımız Chikan kulesi.  Geceleyin daha güzel gözüktüğü için karanlık basınca ziyaret edilmesi tavsiye edilen Chikan kulesi şehir merkezinde ve yakınlarında dört ayrı gece pazarı var. Yani hem göze hem mideye hitap ediyor. Bunlara ek olarak edebi zevklere de hitap ediyor. Açıklayayım: 
Chikan kulesinin bir katı "Edebiyat tanrısı"na ayrılmış. Evet, Tayvan inanışları arasında edebiyat tanrısı da var.

Eski zamanlarda yakındaki okulda öğrenim gören öğrenciler sınava girmeden önce Chikan kulesinde edebiyat tanrısına dua ederlermiş. Bu adet halen değişmeden devam ediyor.

 Yukarıda resmi görülen edebiyat tanrısı her ne kadar ters bir zata benzese de yardımsever olsa gerek Çünkü ona ayrılan oda bugün bile not istekleri ve alınan iyi notların kanıtları ile dolu. İki duvar sadece iyi not istekleri ve edebiyat tanrısının desteği ile alınan notlara ayrılmış: istediğiniz notu yazıp tahtaya yerleştiriyorsunuz, istediğiniz olduğunda geri dönüp karnenizi bırakırsınız artık değil mi?
 Chikan'dan çıkınca yakındaki gece pazarlarından birine uğramadan hostele dönmek yok: edebiyat tanrısı tembihledi, yiyeceksiniz. Hem buranın ünlü " tabut tost"unu yemeden nereye? Özetle içi binbir türlü malzemeyle dolu ekmek hamuruna banılmış ve yağda pişirilmiş bir yemek. Lezzetli ve ciddi anlamda doyurucu. Yanında tabi çay: yalnız Tayvan'da çay deyince duracaksınız. Bizde çay deyince ya demleme anlarsınız ya daldırma, burada ise çayınızı nasıl alırsınız? Kavunlu, üzümlü, çilekli, mangolu, karpuzlu, elma, muz, hindistan cevizi, avokado, jackfruit, badem ? Bunlar yapabileceğiniz seçimlerin sadece küçük bir kısmı. 

 Sabah kahvaltısında istiridye omleti yedikten sonra ( buraya özgü bir şey akşam yemeğinde yenir, yumurtalı bir şey istedi ya canım uysa da olur uymasa da). Üzerine de inci sütlü çayı götürelim. İçindekiler bizim kahvaltıları andırsa da ne görüntüsü ne tadı aynı, ama güzel. Kahvaltı sonrası Hollandalılardan kalma Zeelandia kalesine gidelim.
Kalenin şimdi kullanılan ismi Anping. Geriye kısa bir sur dışında hemen hiçbir şey kalmamış, kalenin üzerine yenilerde bir de kule dikmişler. Doğal olarak Anping kalesi önünde de onlarca yemek tezgahı var. Susamlı, soyalı, kakaolu, sütlü çay denemek isteyen? Evet haklısınız tadlar çok karıştı ama içtiğimiz her şey sonunda midede karışmıyor mu?
Kaleden yeniden şehir merkezine dönüp zamanının en önemli Konfiçyus tapınaklarından biri olan adı üzerinde "Konfiçyus Tapınağı"na gidelim.
Tapınağın önündeki kapı bana Nasreddin Hoca'yı çağrıştırdı birden. Size de öyle gelmedi mi? Hoca buralara gelmişti haberimiz mi olmadı yoksa? Laf aramızda evet Nasreddin Hoca buralara da gelmiş: buradaki ismi Afanti. Hatta Çinlilerin Nasreddin Hoca'nın maceralarını anlatan 13 bölümlük bir çizgi filmi bile var. Buyrun birini seyredin: http://www.youtube.com/watch?v=-uDGvQp3Qj4  bir tane daha http://www.youtube.com/watch?v=ppRVDVHdvgw&feature=related 

Konfiçyus tapınağının karşı sokağında tabii ki ne var? Yemek tezgahları. Kahveli, sütlü çay? Beğenmediniz mi? Tapioka taneli muzlu limonlu çay? Hindistan cevizli çay? Tayvan'ın çay kültürü ve seçenekler son derece derin ve çeşitli.

Hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Tainanlılara uyup yine karanlık basarken Chikan kulesini ve edebiyat tanrısını ziyaret edelim. Bahçedeki kafede onlarca çeşit çay var, hadi bu kez birini de siz seçin, bana da bir tane alın. Ben de bu arada yazıya bir başlık arayayım, tamam mı? Başlık ne olsun? Başlık ne olsun?Edebiyat Tanrısı? Çay? Tainan?  Hiç birinin hatırını kırmayalım. Tamamdır.

Taipei' de ( Tayvan) kısa bir tur

Asya'da ekonomik mucizesi ile tanınan dört "kaplan"ından biri olan Tayvan'ın durumu biraz karışık.Bir kere ülkenin durumu belli değil: Tayvan, tek başına bir devlet mi? Değil mi? Çin Halk Cumhuriyeti mi Tayvan topraklarının sahibi yoksa Tayvan mı Çin halk cumhuriyetinin gerçek sahibi?  vs vs.  Neyseki bu soruların cevaplarını etkilerini birinci elden yaşayan lise arkadaşım Fatih'ten aldım. Fatih, 16 seneden beri Taipei'de yaşıyor, evi ailesi orada. Sağolsun sayesinde Tayvan'da iyi bir gezi yaptım.


İlk önce Tayvan tarihinden biraz bahsedeyim. Çin'de son hanedan Qing 1911 yılında çöker ve Çin dağılır. Ülkeyi bölgelere ayıran derebeyleri yönetmeye başlar. Milliyetçi partiyi kuran Sut-Yat-sen ( adını daha fazla duyacağız) Çin'i tek yönetim altında toplamaya çalışır. Çin Komünist Partisi'de ülkeyi tek yönetim altında toplamak ister. .Sun-yat-sen ölünce Milliyetçi Çin partisinin başına  Chiang-Kai-shek geçer ve komünistlerle yönetim içi çatışmaya başlar. Komünistler " Çin Halk Cumhuriyeti"ni kurarlar, Milliyetçi parti ise "Çin cumhuriyeti"ni ve kendi kontrolleri altındaki bölgelere bu ismi verirler. İki taraf 1927'den 1950 ye kadar hem kendi aralarında hem arada Japonlarlar savaşırlar. Sonuçta Chiang-Kai-shek yenilerek bugünkü Tayvan adasına çekilir ve Çin Cumhuriyeti hayata geçer. Çin Komünist Partisiyse bizim bildiğimiz Çin'i kurmuş olur. Tayvan'da iki ayrı görüş var: bir kısmına gör bütün Çin toprakları Çin Cumhuriyetine ait ve Çin ile birleşme ancak Tayvan altında olabilir. Karşıt görüşe göre ise birleşme Çin Halk Cumhuriyeti altında olmalıdır.

Sonuçta bugün Çin'in zorlamaları nedeniyle Tayvan'ı fazla ülke resmen tanımıyor, Türkiye de bunlardan biri. Tayvan'a giderken vize almak gerekiyor ama tanınmayan bir ülkenin konsolosluğu olamayor. Onun için Ankara'da konsolosluk hizmetleri " Taipei kültür bürosu" adı altında sağlanıyor. Taipei'de ise Türk ticaret temsilciliği var ve konsolosluk işlevini adını vermeden görüyorlar.

Şimdi Taipei de kısa bir tura başlayabiliriz. En üstte fotoğrafını gördüğünüz bina Taipei 101. Dünyanın ikinci en yüksek binası. En üstteki gözleme platformuna çıkan asansör sadece 40 saniyede sizi 101 kat yukarı taşıyor. Bunun için asansörün içi aynen uçaklarda olduğu gibi gibi basınç kontrollü.

Aşağıdaki bina yukarıda sözünü ettiğim Sut-Yat-sen adına yapılmış bir anıt mezar.



Anıtın bahçesi şubat ayında kutlanan "Taipei Fener Şenliği" kapsamında fenerlerle bezenmiş.


Tavşan yılı olduğu belli oluyor mu ne? Bahçedeki diğer fenerler okullar arası bir yarışmaya katılmışlar ve topluca sergileniyorlar. 

Kendi adını taşıyan metro istasyonunun hemen yanındaki Longshan tapınağı Taipei'nin en sevilen yerel yapılarından. 


1738'de inşa edilen yapı ikinci dünya savaşında bombalanarak yıkılmış, ancak yeniden inşa edilmiş.


Gündüz saatlerinde her daim dua etmek için gelen Tayvanlılarla dolu bu binanın yakınındaki bir çok dükkan tapınağa sunulan meyve, tütsü ve mum satışından geçiniyor.
 Burada binalara bakmasanız bile sadece insanları seyrederek uzun bir zaman geçirebilirsiniz.

Tayvan'ı ölene kadar diktatörlükle yöneten Chiang-Kai-shek'e ait anıt mezar gerçekten heybetli.

Anıtın önündeki alanda Tayvan Milli Konser Salonu ve Tiyatro binaları bulunuyor.

Taipei'de dolaşırken metro çok kullanışlı. Metro kullanırken de merkez tren istasyonundan geçmeden olmuyor. Elektroniğe meraklıysanız zaten kesinlikle gezmeniz gereken bir bölge. Malum, Tayvan dünyanın en büyük yarı iletken, LCD TV ve dizüstü bilgisayar üreticilerinden. Tren istasyonun hemen karşısındaki Nova iş  merkezi ve yakınındaki binalarda oldukça hesaplı alışveriş yapabilirsiniz, pazarlık mümkün. 

Tren istasyonu yakınlarındaki Cumhurbaşkanlığı binası iki bakımdan ilginç: 1) Binayı Japonlar işgal sırasında yapmışlar ( Tayvan 50 sene kadar Japonlar tarafından yönetilmiş) 2) Hiç Japon binasına benzemiyor. Bölgeyi Fatih'le dolaşırken  sık sık Japonlardan kalma binalara denk geldik, Fatih'in anlattığına göre Japonlar Meiji dönemi sırasında mühendislerini yurtdışına göndererek eğitmişler. Dönenler tasarladıkları binalara eğitim aldıkları Avrupa etkilerini doğrudan yansıtmışlar, bu yüzden o dönemde yapılan Japon binaları daha çok Avrupa esintili.  Bunlara ek olarak Fatih hararetle Milli Saray Müzesine gitmemi tavsiye etti ama fırsat olmadı. Milliyetçi Çin ordusu Tayvan'a geri çekilirken taşıyabildiği en değerli şeyleri getirmiş, şimdi bu eserler Milli Saray Müzesinde sergileniyor.  O kadar çok eser varmış  ki, sergi alanı yetmiyor: saraydaki sergiler her üç ayda bir değişiyor. Bu hızla bütün koleksiyonun göstermesi 12 sene sürecek.
En sona bıraktığım bir yer var ki Taipei'ye geldiyseniz kesin uğrayın: Shillin gece pazarı. Tayvan, güzel yemekleri ile tanınan bir yer. Shillin ise Tayvan'ın en büyük gece pazarı. Aklınıza gelen ve gelmeyen her türlü yemeği bu bölgede bulabilirsiniz. Gündüzleri sakin olan bölge karanlık basınca adım atılamayacak kadar kalabalıklaşıyor. 

Taipei'den güneye Tainan şehrine iniyoruz.

Hong Kong'da Ölüm ve Kargo

Hong Kong da toprak az insan çok. İnsanın dirisine bile yer yok, dünyanın metrekare başına en pahalı evleri burada. Hong Kongluların dairelerine tonlarca para ödemeleri yetmiyormuş gibi mezarlıklarda ateş pahası. Mezarları da daracık ( 20 x 20 cm). Ölen Hong Konglu önce yakılıyor ve kalıntıları aşağıdaki mezarlarda saklanıyormuş. Hong Kong merkezine uzak olan bir mezarlıkta aşağıdaki kadar bir yer (20 x 20 cm) yaklaşık 100,000 Hong Kong dolarına satılıyormuş, merkezde ise özel mezarlıklarda bu alan için üç milyon Hong Kong dolarını gözden çıkarmanız gerekiyor. Hong Kong hükümeti mezarlık fiyatlarını aşağı çekemeyip yeni alan yaratamayınca çareyi " En iyi küllerinizin denize savrulması" kampanyasında bulmuşlar.

Şimdilerde fotoğrafı aşağıda görülen mezarlar 50 sene öncesinde kalmış.
Artık Hong Konglu normal bir vatandaş ölünce bedeni yakılıyor, külleri denize savruluyor ve adı bir duvara kazınıyor sonra da fotoğrafları dijital ortama yükleniyormuş. Vefat eden kişinin adı üzerinde yazılan duvar artık onun mezarı olmuş oluyor, dileyen dokunmatik ekranlı bilgisayarlarda merhumun fotoğraflarını seyrederek mezara/duvara çiçek bırakıp ( gerçek ya da dijital) gidiyor.

Şimdi gelelim "Kargo" meselesine. Hong Konglular öteki dünyadaki merhumlara arada bir kargo gönderiyorlar. Nasıl  mı?

Yukarıda fotoğrafı bulunan "ölüye hediye" dükkanına gidiyorsunuz ve merhuma göndermek istediğiniz neyse onu seçiyorsunuz.
Bu bir şişe Cola'da olabilir. Markalı çanta ya da ayakkabı da....



Ya da oturma takımı. Sonra bir ateş yakıp satın aldığınız kağıt maketleri "merhumun eline geçmesi için dua edip" yakıyorsunuz.

İşlem tamam. Ister ev, ister araba gönderin.
Yok " ben merhumun ne seçeceğini bilemem" derseniz bir torba para gönderin.

"Kilosuna dikkat etsin" derseniz tartı,

"görünümüne dikkat etsin" derseniz telefon, ziynet eşyası,

"biraz çakırkeyif olsun" derseniz bira,

"dinlensin, gevşesin biraz" derseniz masaj koltuğu,

"canı sıkılmasın öteki dünyada" derseniz Wii oyun konsolu,

ya da müzik seti ,
gönderiverin. Artık Hong Kong usulü öteki dünyaya nasıl kargo gönderileceğini biliyorsunuz. Hala bu kargonun çalışacağına inanmıyor musunuz?  Valla, bir milyar üç yüz milyon Çinlinin bir bildiği vardır elbet.

Hong Kong merkezden Cheung Chau adasına

Hong Kong merkezinin bana bazen komik gelen bir hızı var: burada hayat hızlandırılmış film gibi. Merkez metro istasyonunda haritaya bakmak için iki dakika durunca kendimi korkuluk gibi hissetmeye başladım: etrafımdan iki dakikada binler koşturarak geçerken duran sadece bendim. Ancak maç çıkışı bu kadar kalabalık olur oysa iş çıkış saati bile değil: henüz metro boş sayılır.

Hong Kong'un en açık yerlerinden birine kendimi atıyorum: Tsim Sha Tsui. Burası esasen herşeyin en ucuzunu bulabileceğiniz bir pazar yeri ama beni esas çeken deniz kenarındaki genişçe gezi alanları. Geniş-çe dediysem de HK'a göre tabi. Açık  hava iyi geldi. Yağmur ıslatmaya yeminli: rüzgarla el birliği etmiş şemsiyemi ters çevirip duruyor. Biraz dolaşıp hostelimin olduğu binaya geri dönüyorum, manzara aynen şöyle.

Hong Kong'u daha önceden ziyaret etmiştim. Önceki gezim yazın en sıcak günlerinde idi, şimdi hava yağmurlu olsa da daha iyi ama kalabalık aynı kalabalık. Kalabalıktan kaçmak için hadi sizinle HK'nin adalarından birine gidelim.

Hong Kong merkez istasyonunun oradan geçerken gelin sabah kahvaltımızı Hong Konglular gibi yapalım: Dim Sum. Dim Sum bizim mantı benzeri bir şey: mantının etli, sebzeli, balıklı ( ve hayalinize gelecek her şeyden) yapıldığını düşünün sonra buharda pişirin alın size Dim Sum. Başka yerlerde akşam yemeğinde yense de Hong Konglular Dim Sum'ı sabah kahvaltısında tercih ediyorlar. Restoran hınca hınç dolu, mutfaktan yeni çıkan yemekler el arabasında yanınızdan geçerken elle işaret edip seçiyorsunuz, arabayı süren hanım yemeği verdikten sonra size verilmiş olan hesap pusulasında seçtiğiniz yemeği damgalıyor, çıkışta pusulayı alıp doğrudan kasaya gidebilirsiniz.

Hong Kong merkez iskelesinden  Cheung Chau adasına giden deniz otobüsü ( 30 dakika süren yolculuk 22.5 Hong Kong doları = 5 TL) kalabalık değil.


























Adaya varıp kalabalık kitlelere ve gürültüye dalmayınca HK'un nabzının ne kadar kuvvetli attığını anlıyorsunuz. Gerçekten de her an bir şeyler yaratmaya çalışan yeni iş fırsatları kovalayan yerinde duramayan bir şehir HK.
 Cheung Chau adası ise tam tersi, sakin, kabuğuna çekilmiş ve İstanbul'un adaları gibi genelde haftasonları dolan bir yer.














Yaz aylarında popüler olan plaj kışın ıssız.İskele yakınındaki lokantalar açık ama müşteri tek tük.  Ada 19.yy.da bir korsanın eviymiş, halen korsanın hazinesi ile ilgili efsaneler canlı. İsterseniz hazinenin saklı olduğu mağarayı ziyaret edebilirsiniz ( merak ettiyseniz boştu). İyi işaretlenmiş bir yürüyüş yolu var, ağırdan alıyorum 3 saatte adanın tüm çevresini geziyorum.

Sonra sokak aralarına dalıyorum. Adada ( kamu hizmetleri dışında)  motorlu araç kullanımı yasak, halk bisikletli. Sokak aralarında kiliselerin ve Hıristiyan kuruluşların çokluğu dikkat çekici. Balıkçı tekneleri limana doldurmuşlar, karadaki bir kaç tekne ( sampan) ada turu satmaya çalışıyorlar. Denizi gören bir lokantada adını bilmediğim bir balık ısmarlıyorum, şansıma da iyi çıkıyor. Biraz orada biraz burada oyalanırken hava kararmaya başlıyor.  

 Cheung Chau'dan deniz otobüsüne binip hostelimin olduğu Mong Kok'a dönüyorum. Mong Kok, Guinness rekorlar kitabında kalabalığıyla girmiş bir yer: kilometrekareye 130,000 kişi düşüyor ( İstanbul ortalaması bile 200 kişi civarı).  Akşamları daha da kalabalık oluyor.
Çünkü Mong Kok, gece açılan kaldırım pazarları ve dükkanları ile ünlü. Neyseki gündüz kalabalığın panzehirini adada almışım, boşvermişim kalabalığa. Biraz da Mong Kok'da dolanayım en iyisi.  

Kuantan ( Doğu Malezya)

Kuala Terengganu'da kaldığım yere Kuantan'a gideceğimi söylediğimde merkezde kalmak yerine şehire yarım saat uzaklıktaki Cherating'de kalmamı tavsiye ettiler ve eklediler:  " Kuantan, doğu batı kıyısında bir aktarma merkezi, görecek bir şey yok. Orada yapabileceğin herşeyi Cherating köyünde yapabilirsin, üstelik daha eğlenceli ve ucuz olur". Kuantan merkezde bir gece kaldıktan sonra diyebilirim ki benden sonra bu şehre gelecekler yukarıdaki tavsiyeyi dinlesinler, belki daha iyi olur. Kuantan, genişçe ve rahat bir Malezya şehri ama görecek fazla bir şey yok. Buradan Kuala Lumpur yaklaşık 3.5 saat uzaklıkta. Hadi yola, önce Kuala Lumpur, oradan da Hong Kong.

Kuala Terengganu ( Doğu Malezya)

Kota Bharu'dan otobüs 3.5 saatte ( 14 Malezya ringiti)  Kuala Terengganu merkezine varıyor. Kuala Terenganu şehrinin küçük ama oldukça eski  bir Çin mahallesi var. Yarımadada Çinlilerin ilk yerleştiği yerlerden biri burası imiş.

Kuala Terenganu, bu günlerde yakındaki Taman Negara yağmur ormanlarına gezi düzenlemek isteyenler için iyi bir destek merkezi. Şehirdeki turizm şirketleri ormanda bir kaç günlük geziler ya da nehirde tek günlük geziler düzenliyor.
Çoğu Malezya şehrinde olduğu gibi hava kararınca hareketlenen büyük bir gece pazarı var. Kuala Terengganu'da kuzeydeki Kota Bharu gibi Malay kültürüyle övünüyor ve oldukça tutucu bir yer. Ülkedeki azınlık Çinliler ekonomiyi ellerinde tutuyorlar. Malaylar, devletten destek aldıkları halde ( Çinli ve Hintli Malezya vatandaşları, Malay Malezya vatandaşlarıa göre 2 kat vergi ödemek zorunda)  iş yapmada pek başarılı değiller, ancak Kuala Terengganu gibi şehirlerde liderliği ellerinde tutabiliyorlar. Ondan dolayı Malayların çok olduğu bölgeler genelde daha tutucu oluyor.

Buradan doğu kıyısındaki son durağım Kuantan şehrine geçiyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...