STONE TOWN
Sabah kahvaltıdan sonra Stone Town içinde ağır aksak dolaştım. Şehri içime çektim. Stone Town, alışık olmayanı sarhoş eden kuvvetli bir tutun. Beni fena çarptı. Hem farklı hem tanıdık, hem yakın hem uzak. İçinde tanıdık tadlar var , hiç alışık olmadıklarımda; dar gölgeli sokaklar, boyası dökülen köhne bitişik taş binalar, yüzlerce küçük ama canlı dükkan, sokak adları yazmadığı için sık sık kaybolmalar, birden şehri kesen altı büyük (bir araba genişliğindeki) caddeden birine rastlamalar, sokak aralarında açık havada çalışan marangozlar, ressamlar, hediyelik eşya yapanlar, deniz kıyısında küçük restoranlar, halen dhow inşa eden eski ustalar, kara çarşaflı Zanzibar'lı kadınlar, şortlu turistler, nem, sıcak, Kuran kursları, eskiden kalma kiliseler, camiler, kömür depoları, balık hali, baharat satıcıları, keneler, meraklı çocuklar, konuşkan yaşlılar, Afrikalı yüzler, Arap yüzler, Afro-Arap yüzler, köşkler, saraylar, kırılmış kiremitler, cumbalardan tasan kahve kokuları, tahta perdelerin arkasında gölgeler , fısıltılar, sokakta birikmiş çöpler, çöplerin yanında ip atlayan başörtülü çocuklar, entarisi ile sokakta tembellik eden manav, tavla oynayan esnaf, bildiği tek İngilizce sözcük "bana para ver" olan yapışkan yeni yetmeler, balık ekmekçiler, hint-arap-afrika karışımı ama illaki çok baharatlı bir mutfak, geleneksel giysileri ile Masailer, "mzungu, mzungu (beyaz adam, beyaz adam)" sesleri, yanınızdan gecen yerellerin konuşmalarında yakaladığınız tanıdık kelimeler (dükkan, sabun, çorba, deva, misafir vs), işportacılar, dilimlenmiş biberli ananas ve tuzlu kavun yiyenler, tüm satıcıların kadın olduğu sebze pazarı, eski köle pazarı, akşamın ilerleyen saatlerinde bile dolu olan Foradhani, alandaki yüzlerce yemek satıcısının mangallarından yükselen leziz kokular, pide arası karides, şerbet kadar şekerli çaylar, üzerine illa seker dökülüp servis edilen tatlı ötesi portakallar...
ADA
İlk günün sarhoşluğunu üzerimden atınca görmek istediğim yerlerin bir listesini yaptım. Sonra Afrika geleneğine uyarak yavaşça ama çok yavaşça dolaştım.
Zanzibar, 19.yüzyılda dillere destan olan zenginliğini iki temele dayandırmış; ticaret ve baharat. Muson rüzgarları dhowların yelkenlerini doldurunca Umman'dan yola çıkan Araplar köle, fildişi ve baharat alırlarmış. Muson rüzgarları yön değiştirinceye kadar Umman'a yelken açmaları mümkün olmadığından her gelişlerinde en az üç ay adada kalırlarmış. Bu yolculuklarda evlenip Umman'a gelin götürenlerde çok olmuş, adada yerleşenlerde. Afrika ile yoğun ticaret yapmış bölgelerdeki Arapların daha koyu derili olması bu eski ilişkilerden dolayı. Zanzibar'ın Arap yarımadası ile ilişkisi 1964'deki bağımsızlığa kadar canlı kalmış. Arap kültürü daha adaya varmadan sizi karşılar. Stone Town'a denizden yaklaşırken 4-5 katli büyük beyaz her tarafı balkonlu bir bina dikkatinizi çeker. Burası Sultan Barghas tarafından 1800'lerin sonuna doğru inşa ettirilen Harikalar Evi. Ya da yerellerin değişiyle Beit el Ajaib ( acayip ev). Sadece kabuller ve törenlerde kullanılmak için yaptırılmış. Zamanında adada elektrik lambaları ve asansör olan tek bina imiş. Bugün müze olarak gezebiliyorsunuz. Benim için en etkileyici yani üst kat balkonundan görülen şehir manzarasıydı. Harikalar evinin sol yanında büyük beyaz (ve bakımsız) duvarları ile dikkati çeken bina ise Saray müzesi.Yine 1800'lerin sonunda inşa edilmiş ve bağımsızlığa kadar Sultan'ların evi olmuş. Bağımsızlık sırasında zarar gören ve yağmalanan bina birkaç kez tamir görmüş. Sergilenen eşyalar Zanzibar'ın ihtişamını fazla yansıtamıyor. Sarayın olduğu Mizingani Road'da üç dakika daha yürürseniz yol kenarındaki büyük kauçuk ağacının gölgesinde dhow'ların nasıl yapıldığını birinci elden görebilirsiniz. Yapım halindeki teknenin içinde çalışan ustalar iş başında iken ne kadar ciddi ve sessiz gözüküyorsa, mola anlarında o kadar konuşkan ve şakacılar. Dhow'ların az ilerisinde Eski Dispanser (ya da şimdiki adıyla Stone Town Kültür Merkezi) yeni restore edilmiş haliyle ziyaretçileri bekliyor. Dispanserin hemen karşısında Mercury balık restoran turistlere hizmet sunuyor. Freddie Mercury (ya da gerçek adıyla Faruk Bulsara) restoran sahibiyle hemşeri yani o da Zanzibar doğumlu. Restoran sahibi Freddie Mercury'e fena takmış. Burada Queen'in şarki adlarından esinlenmiş yemekler yiyebilir, Freddie tişörtleri satın alıp, Fat Bottomed ya da Bohemian Rhapsody kokteyllerini deneyebilirsiniz. Tabi hepsi Queen'in müzikleri eşliğinde. Bu kadar Queen yeter deyip yola düşelim. Mizingani Road'da geri dönüp Harikalar Evi'ni geçince sağda 18.yüzyıldan kalma Arap kalesini solda ise Foradhani var. Arap kalesinde eski pek bir şey kalmamış, hediyelik eşya satan pahalı dükkanlar var. Solda hemen deniz kıyısındaki Foradhani'ye şehrin hızlı yiyecek süpermarketi diyebiliriz. Gündüz boş olan alan, akşam hava serinleyince hazır yiyecek satıcıları ile doluyor. Son derece ucuza karnınızı doyurmanız mümkün ama pek temizlik beklemeyin. Erken yatıyorum çünkü sabaha balık haline gideceğim.
Balık hali, şehrin kuzeyinde deniz kıyısında. İskele, bayram öncesi pazarları gibi kalabalık. İskeleye yanaşan tekneler acık artırma ile mallarını satıyor ve hemen orada boşaltıyorlar. İskelenin üzeri açık artırmaya katılan büyük alıcılar, evine ucuza balık almak isteyenler, balıkları taşıyan hamallar, iskeleye bağlı küçük kayıklarından satış yapmaya çalışan balıkçılar, kalabalığa karşın gemiye yanaşmaya çalışan kamyonlarla alabildiğine dolu. Adım bile atamıyorum. Daha doğrusu istediğim yönde adım atamıyorum, ne kadar iskeleye varmak için uğraşsam kalabalık beni o kadar geriye sürüklüyor. Bu hengame içinde birkaç kişi "cüzdanına dikkat et" diye uyarıyor. Kalabalık biraz azalıncaya kadar iskele kenarında bekliyorum. Arada bol bol fotoğraf çekiyorum. Saat 7 gibi balık hali birden boşalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google, Blogger yada OpenID hesabınızla girerek yorum bırakabilirsiniz. Spam yorumları siliyorum, gireceğiniz dış linkler takip edilemez. Teşekkürler
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.