Dün geceden beri yağan yağmur yolu birkaç yerde bataklık hale getirmiş. Dört çekerle gidiyoruz ya, sorunsuz çıkarız zannediyorum. Daha ilk vıcık çamur birikintisinde patinaj çekiyoruz, şoför açıklıyor; lastikler kabak biraz. Birkaç noktada kayarak yolu kapatan kamyonların etrafından dolanıyoruz. Yarım saat sürecek yolu iki saatte zor çıkıyoruz ve koruma alanının kapısında ziyaretçi merkezine geliyoruz. Tanzanya vatandaşları sadece kimliklerini göstererek Ngorongoro'ya girebilirken yabancılar 105 dolar giriş ücreti verme zorunda.
Ngorongoro Krateri 1700 metrelik platonun ortasında birden düzlükten 600 metre yükseliyor (kraterin kenarlarının denizden yüksekliği 2300m) , 260 km2 lif bir alan kaplıyor. İçinde geniş otlak alanlar, bataklık bir alan, ard arda sıralanmış göller ve yamaçlarında yağmur ormanları var. Kısacası Afrika'nın küçük ve yoğun bir modeli. Bu küçük alanda 30000 kadar büyük hayvan yaşıyor. Kraterde rastlayabileceğiniz hayvan çeşitliliği şaşırtıcı; leopar, çita, çakal, aslan, zebra, fil, yaban domuzu, impala, bufalo, antilop , gergedan, su aygırları ve yüzlerce çeşit kuş.
Giriş kapısından sonra kraterin kenarından içine inişe geçiyoruz. Yağmur bulutları iyice alçaldığı için , değil aşağıdaki manzarayı, önümüzü bile zor görüyoruz. Sis azıcık kalktığında ilk önce kırmızı giysileri içinde Masai çobanlarını ve onlara ait inek sürüsünü görüyoruz. Biraz daha yaklaşınca inek sürüsünün içinde sakin otlayan zebra ve geyikler beni şaşırtıyor. Krater içinde bir suru yırtıcı hayvan var ve Masailer sürülerine yine de sahip çıkıyorlar.
Kraterin tabanına inip sis tamamen kalktığında buraya neden ‘Nuh'un gemisi' dendiğini hemen anlıyorum. Muhteşem bir görüntü. Sararmış otların üzerinde yüzlerce zebra , wildebeest (geyik-at-öküz görünümlü bir hayvan), impala hoşgeldin diyor. Az ilerideki ağaçların üzerinde babunların itiş kakışları dalları çılgın bir ritim ile hareket ettiriyor. 4-5 kilometre ilerideki gölden büyük bir kuş sürüsü havalanıyor.
Ngorongoro kraterinde tuvaletlerin olduğu çok küçük bir bölge dışında araçtan inmek yasak. Nedeni ise vahşi hayvanların saldırma olasılığı. Yakınlarda zararsız hayvanlar bile arabadan inmek yasak, tedbirli olma lazım. Krater tabanında yavaş yavaş ilerliyoruz. Bizden önce gelmiş beş altı arabanın bir tepenin önünde kümelendiğini bizde yanlarına çekiyoruz. Sağımızda bir tepeciğin yanında bir çita yan yatmış hem etrafı kolaçan ediyor, hem de üç yavrusunu emziriyor. Yavrular doyduktan sonra birbirleriyle oynamaya, boğuşmaya başlıyorlar. Birer birer tepecikten aşağı yuvarlanıyorlar. Sonra yukarıya çıkma yarışı başlıyor, birbirlerini kuyruklarından ısırarak yavaşlatıyorlar. Annelerinin gözleri üzerlerinde.
Birkaç kilometre ileride yol kenarına yatmış bacaklarını yalamakla meşgul altı üyeli genç bir aslan sürüsü ile karşılaşıyoruz. Yemeklerini yeni bitirmiş olmalılar, keyifleri o kadar yerinde ki, varlığımızı takmıyorlar. Birisi aracın yanına gelip lastiklerini kokluyor. Dolaşıyor. Diğerleri mayışmış bir şekilde esniyorlar, bize bakmıyorlar bile. Yanlarında uzun bir süre kalıyoruz. Şoför aracın üstünü açıyor, uzanıp bir sürü fotoğraf çekiyorum. Yırtıcı ve tehlikeli bir hayvanin bir kaç metre yanında olup aramızda bizi koruyacak hiçbir şey olmaması ilk başta beni biraz geriyor. Ama aslanlara bakınca gerilmenin anlamsız olduğunu anlıyorum, yemeklerini yemişler, keyifleri yerinde, ne diye saldırsınlar ki? İnsan mı onlar?
Yeterince yatan, esneyen, uyuyan aslan resmi çekip bir hayli de hayranlıkla sürüyü seyrettikten sonra hareket ediyoruz. Gölün içindeki su aygırlarının sesleri bir hayli öteden duyuluyor. Sıcak havada suyun içinde hemen hemen hareketsiz duruyorlar. Sadece kulakları gözüküyor. Hemen hepsinin başına bir kuş konmuş. Arada erkek su aygırı ağzını sonuna kadar açıp çıkardığı bas seslerle etrafa varlığını belli ediyor. Gölün içinde dört ayrı su aygırı sürüsü var hepsi kendi alanlarında tembellik ediyorlar.
Gölden geri dönerken yine aslan sürüsüne rastlıyoruz. Bunların yerlerinden kalkmaya niyeti yok galiba. Aslanlardan yarım kilometre ileride sayıları üç yüzleri bulan bir geyik sürüsünün içinden geçiyoruz.Onlarda aslanların keyifli olduğunun farkında galiba. Nazik görünümlü geyiklerin yanında sert görünüşleri ve büyük gövdeleri ile bufolalar otluyor.
Kraterin ağaçlı kısmına geliyoruz. Yaklaştığımızı gören bir babun sürüsü telaşla uzaklaşıyor. Filleri bulmamız hiç zor olmuyor. Sadece yeni sökülmüş ağaçların olduğu bölgeyi bulmanız yeterli. Filler acıktıkları zaman 4-5 metrelik ağaçları kolayca söküp yapraklarını yiyorlar. Birazda fil sürüsünün yanında vakit geçiriyoruz. Sürü uzaklaşmaya başladığı zaman şoför arabayı çalıştırıyor. Olmuyor. Bir kez daha, hayır. Arabadan inmek yasak olduğu için inip bir şey de yapamıyoruz. Şoför " Bu yoldan korucular sık geçer , bekleyelim " diyor. Ama gelen giden olmayınca etrafı iyice kolaçan edip araçtan iniyor kaputu açıyor. " Bir şey yok ama biraz itmemiz lazım, hep bunu yapar. Bak itince hemen çalışacak" diyor." Yaa demin değil miydin sen araçtan inilmez diyen? " diyorum. Gülüyor. " Yakında hayvan yok, bir şey olmaz ". Kısa bir itmeden sonra aracımız çalışıyor, rahatlıyorum. Dönmeye başlıyoruz, önümüzde uzun bir yol var. Ngorongoro, hem coğrafi yapısı hem de hayvanları ile gerçekten görülmeye değer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google, Blogger yada OpenID hesabınızla girerek yorum bırakabilirsiniz. Spam yorumları siliyorum, gireceğiniz dış linkler takip edilemez. Teşekkürler
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.