Jinja'da minibüs durağında etrafımı boda-boda denen bisiklet taksiler sarıyor. Hepside otelin çok uzakta olduğunu yürümenin uzun zaman alacağını söylüyorlar. Aralarından sıyrılıp oradaki bir araba sahibiyle beni otele götürmesi için on dolara pazarlık ediyorum. Anlaşma sağlanınca adamın ağzı kulaklarına varıyor. Arabayı çalıştırması ile durdurması bir oluyor. Otel ancak 500 metre ileride. Fiyatta anlaşmışız bir kere, homurdanarak ödüyorum. Odama çıkıp biran önce duş almak istiyorum. Tısssss. Sular kesik. Yav, burası Nil nehrinin, hani şu geniş,uzun Nil nehrinin kaynağı . Nasıl su olmaz? Yok işte. Otel sahibi su basıncının sadece akşamları yeterli olduğunu söylüyor. Afrika'nın kaynaklarını nasıl kullandığını gösteren bir başka örnek. Yazık.
Jinja, bölgenin ticaret merkezlerinden. Idi Amin zamanında Asyalı tacirlerin malları devletleştirilip Asyalıların tümü sınırdışı edilmişler. Gidenlerin yerine işletmecilik yapacak Ugandalı olmadığı için Asyalılardan kalan her yer çürümüş ve terkedilmiş. Museveni başa geçince ilk iş olarak Asyalılara mallarını geri vermiş. Ticaret biraz toparlanmış. Bugün Jinja'da neredeyse tüm dükkan sahipleri Hint kökenli. Caddeden geçenleri seyredince insan kendini bir oyunun içinde zannediyor. Hintliler ve Ugandalılar anlaşmışlar; tüm Ugandalılar müşteri olacak, tüm Hintliler de satıcı istisna yok. Lokantanın birine girip Hint yemeği ısmarlıyorum. Maksat oyuna ayak uydurmak.
Yemekten sonra dört kilometre uzaklıktaki kaynağa gitmek için boda-boda'ya biniyorum. Nil'in kaynağı Nasreddin hocanın türbesi gibi her tarafı açık ama giriş ücretli. Çok düşük olan giriş ücretini verip kaynağa yöneliyorum. Kıyıdan aşağıya inerken ilk karşıma çıkan bir yazıt; burayı ilk gören Avrupalı John Speke için dikilmiş. Yazıtın yakınında Mahatma Gandhi'nin bir büstü var. Peki de Gandhi'nin, Uganda ile ne işi var? Gandhi öldükten sonra, bedeni yakılmış ve külleri dünyanın seçilen yerlerine savrulmuş. Nil'in kaynağı da bunlardan biri. Aşağıya Nil'in kaynağına doğru heyecanla inmeye devam ediyorum. Kıyıya varıyorum ama görüntü beklediğim kadar etkileyici değil. Nil'den gücüne ve endamına uyan güçlü, gürleyen, kuvvetli, gürültücü,köpüklü bir kaynak beklerdim. Oysa, nehrin kaynağı Viktorya gölünün altında olduğu için, suyun çıktığı yerde dışarıdan sadece küçük bir girdap gözüküyor. Bulunduğum noktanın sağ tarafı Viktorya gölü, sol tarafı ise Nil nehri. Burada gördüğüm su tanecikleri dört ay boyunca 6700 km yol kat edecek , çoğunlukla çöllerden geçerek ve etrafına hayat vererek, Akdeniz'e akacaklar. Yazıtın aşağısındaki çay bahçesinde uzunca bir süre oturuyorum. Bahçeden kalkıp Jinja'ya geri yürümeye başlıyorum. Beni getiren boda-bodacı beklemiş, merkezdeki Source of the Nile Cafe'de beni bırakıyor. Burası Jinja'ya gelen gezginlerin buluşma mekanı. Biraz kitap okuyup yoldan geçenleri seyrediyorum. Kafede iki seneden beri dünyayı dolaşan iki Japon'la tanışıyorum. " İki sene boyunca dolaşmak nasıl bir şey? " diye soruyorum. Biri " İşimden çok sıkılmıştım, ancak rahatlıyorum" diyor. Diğeri " Dolaşırken anlaşılmıyor, eve döneyim belki o zaman anlarım" diyor. Birden yoldan geçen geleneksel kıyafetli birini görüyorlar, video kameralarını kapıp uzaklaşıyorlar.
Akşam otele döndüğümde beni kötü bir sürpriz bekliyor. Otelin bahçesi civarın en hareketli barı haline gelmiş. Müzik, insanlar, gürültü. Üstelik odamda cam yerine sadece sinek teli olduğu için her ses içeride. Yahu, bu kadar gürültülü yeri ard arda arasam ancak bulurum. Aramıyorum ki. Aghh, Uganda'da bana uyku yok. Yarın Tanzanya'ya doğru yola çıkacağım. Belki bir umut orada uyurum. Sizinle orada buluşuruz. Ben kafamı yastığın altına gömüyorum, ya boğulurum ya da uyurum. Aggghhhh!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google, Blogger yada OpenID hesabınızla girerek yorum bırakabilirsiniz. Spam yorumları siliyorum, gireceğiniz dış linkler takip edilemez. Teşekkürler
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.