Afrika'nin En Yuksek Ulkesi: Lesoto (2)

MALEALEA

Malealea Lodge, Lesoto'nun güneybatı ucunda bir iş ve sorumlu turizm vahası. Tesisin sahibi Mick, konaklayanların yerel halkla olabildiğince çok kaynaşmasını sağlamaya çalışıyor, yerel halka iş sağlıyor, gelirinin bir kısmıyla çevre köylerde eğitimi ve yeni iş sahalarını destekliyor. Bu çalışmaları yüzünden almış olduğu 10 kadar irili ufaklı ödül, küçük resepsiyonda sergileniyor.

BURADAN MI İNİYORUZ?? ŞAKA Dİ Mİ?

Akşamdan gideceğimiz rotayı ve atları ayarlıyoruz, sabahleyin iyi bir kahvaltı sonrası atlara uyku tulumu, giysi ve yiyecekleri yüklüyoruz. Atlara binip yola çıkıyoruz, toplam 4 atımız var; ben, eşim, rehber ve yükler için. İki saat kadar mısır tarlaları ve erozyondan dolayı yarıklarla dolmuş ve artık ekilemeyen alanlar arasında ilerliyoruz, sonra arazi birden şekil değiştiriyor. Sol tarafımızda yaklaşık 350 metre aşağıda akan nehrin sesi geliyor, nehre inen yamaçlar yaklaşık 60 derece eğimli ve pek bitki örtüsü yok. Biraz daha böyle devam ediyoruz, rehberimiz atları durduruyor;

- Aşağı inerken ağırlığınızı geriye verin, yukarı çıkarken öne eğilin. Attan düşmeyin.
- Tamam.
- Oldu o zaman, şimdi sola donun.
- Şaka mı??? Orası uçurum be. Atları bırak, biz yürüyerek inemeyiz çok dik.
- Atlar gider, siz düşmeyin. Dehhhh.

Diyor ve atımın kıçına vuruyor. At çok isteksizce sola dönüp ilerliyor ama inişe geçmeye yanaşmıyor. Atın yularına asılıp doğru yola sokuyorum, karnına önce hafifçe sonra hızlıca ayağımla vuruyorum. Ihh hareket yok. Rehberimizin ata birkaç kere daha vurması gerekiyor. İnişe başlıyoruz.

Aşağıya kısacık bakmak bile insanin başını döndürmeye yetiyor, nehire inen yol ancak bir atın geçebileceği kadar ve el büyüklüğünde taşlarla dolu. Atlarımız her adım attığında birkaç taşı hareket ettiriyor, kenarlardaki taşlar kayıp nehre doğru yuvarlanmaya başlıyor. Dördümüzün birbirinden fazla uzaklaşmadan at sürmesi gerekiyor, çünkü birimiz geride kalırsa yuvarladığı taşlar diğerleri için tehlikeli oluyor. Yol devamlı zigzag yaparak iniyor, dönüş anlarında atım yürümeyi durdurup yavaşça olduğu yerde 180 derece dönüp yola devam ediyor. İnsanların bile yürümekte zorluk çektiği bu dik ve kötü yolda atımın sabırlı, ağır ama kendinden emin inişi beni etkiliyor. Lesoto'nun dik dağ geçitlerine uyum sağlamış bu at Lesoto Midillisi olarak biliniyor, diğer atlara göre biraz kısa boylu , kalın bacaklı dayanıklı bir tür. 350 metrelik bu inişi zigzag yapa yapa 45 dakikada tamamlayabiliyoruz, nehrin kenarında durup atların su içmesini bekliyoruz. Attan inip biraz yürüyorum, ayaklarım uyuşmuş artık ata binmekten mi yoksa gerilmekten mi bilemiyorum. Sonra yine atlarla nehri geçiyoruz, kendimi kovboy filmlerinde oynarken hayal ediyorum ama dekor Afrika. Nehri geçince bu kez aynı diklikteki tepeyi çıkmaya başlıyoruz. Atlar inmekten çok, çıkarken rahatlar.

KÖY ve EVLER

Bütün gün boyunca yol alıyoruz, akşama doğru geceleyeceğimiz köye varıyoruz. Köy dik bir yamaçtaki tek düzlüğe kurulmuş 10-15 çamur-saman kulübeden oluşuyor. Atları kalacağımız kulübeye bağlayıp bu kez yürüyerek çağlayana doğru yola devam ediyoruz. Bütün bir gün ata bindikten sonra o kadar yorgunum ki sanki bacaklarım yok. Bir saat kadar çalılıklar arasında ilerliyoruz, sonra nehrin yatağına inip kayalarda zıplayarak yürüyoruz. Sonunda görmek için bu kadar yol geldiğimiz Ribaneng çağlayanı karşımızda... Biraz oturup dinlenmek istiyoruz, ama havanın kararmasına bir saatten az kaldığını farkına varıyoruz. Karanlıkta aynı yolu dönmenin kolay olmayacağını bildiğimiz için acele acele birkaç fotoğraf çekip hızlıca yola çıkıyoruz.

Köyde evler daire şeklinde penceresiz, çamur ve samandan yapılmış, 8-10 metrekarelik kulübeler. Bütün aile burada yatıp kalkıyor. Tipik bir aile anneler (poligami var), baba ve 6-7 çocuktan oluşuyor. Evlerde hemen hiç eşya yok, geceleyin herkes bir battaniye alıp olduğu yere kıvrılıyor; yatak yok. Evlerin ortasında bir ocak var. Burada yemek yaptıklarında içeride göz gözü görmüyor, havalandırmanın tek yolu kapıyı açmak, çünkü baca yok. Aynı ocakları gece ısınmak için yakıp öyle yatıyorlar, artık kaç tanesi geceleyin gaz zehirlenmesinden mevta oluyor bilmiyorum. Köylülerin ana yemeği "pap" adını verdikleri bir çeşit mısır ekmeği. Mısır ununa biraz, su, süt ve (varsa) yağ katıp yapıyorlar. Sonra bunu kahvaltı ve akşam yemeğinde yiyorlar. Bizim kaldığımız köyün civarında mısır dışında ekili sebze-meyve göremedik, varsa yoksa mısır! Sadece mısır ile beslenen bir nesil ne kadar sağlıklı olabilir?

Kalacağımız köyün etrafı tamamen dağlık ve dağlar gün ışığını erken kesiyor. Hava saat altıda tamamen kararıyor. Bizde diğer köylüler gibi yer ocağında yiyecek bir şeyler hazırlıyoruz, rehberimiz bize bu konuda yardımcı oluyor. Onun kalacağı kulübede ne yatak ne battaniye var. Kuru bir oda, " gece üşümez misin?" diyorum. Rehber: " Hani ata zarar gelmesin diye eğer ile sırtı arasına bir keçe koyuyoruz ya. İşte o çok sıcak tutar, birazdan atın üzerinden alırım" diyor. İyice yorulmuşuz, uyku tulumlarımızı açıp yayıyoruz. Köyde hemen herkes yatmış, uykudaki insanların sesleri dışında hiç ses yok. Saate bakıyorum henüz yedi buçuk. Eh, çok geç olmuş, yatıyoruz.

GERİ DÖNÜŞ

Sabah altı gibi kalkıyoruz. Gece soğuk geçmiş, toprak donmuş durumda. Geldiğimizden farklı bir yoldan Malealea'ya dönüyoruz, bu yol en büyüğü 30 evden oluşan bir çok küçük köyün içinden geçiyor. Yine uçurumlardan inip çıkıyoruz ama bu kez alışmışız, fazla gerilmiyorum. Yalnız iki gün boyunca ata binmek hiç kolay değil, artık her tarafım sızlıyor. Akşam üzeri kalacağımız yere varıyoruz. Geceleyin Malealea yakınında köydeki gençlerin teneke yağ kutularından yaptıkları ilginç aletler ile çaldıkları şarkıları dinliyoruz. Yemeğimizi yedikten sonra koşarak yatağıma uçuyorum, sadece kafamın yastığa değdiğini hatırlıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google, Blogger yada OpenID hesabınızla girerek yorum bırakabilirsiniz. Spam yorumları siliyorum, gireceğiniz dış linkler takip edilemez. Teşekkürler

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...