Oslo


İskandinavya deyince akla ilk gelen ülke genelde Norveç değildir. İsveç müziği ve sarışınları, Finlandiya cep telefonları ve Danimarka kek ve tereyağı ile ünlenmişken Norveç’in hemen akla gelen bir özelliği yok gibidir. Oysa bu ülke kasada unutulmuş bir mücevher gibi gün ışığına çıkınca insanı etkileyen özelliklere sahip. Norveç, senelerdir “Dünyanın Yaşam Kalitesi En Yüksek Ülkesi” ünvanını beri kimseye kaptırmıyor. Norveçli kaşifler ülkenin boyunu kat be kat aşan göre çok büyük işler yapmışlar. Bunların üzerine harika bir doğayı da koyarsanız rahatlıkla “Norveç’e gidin şaşıracaksınız” diyebilirim.

Türkiye'nin yarısı kadar toprağa sahip Norveç’te yaşayanların sayısı Bursa ve Antalya’nın toplam nüfusu kadar: 4.8 milyon. Oslo 600,000’i bulan nüfusu ile ülkenin en büyük şehri. Oslo’nun iki havalaanı var. Uçağımın indiği uzaktaki havalananından Oslo’ya gelen yolun büyük kısmı orman içinden geçiyor. Sonlara doğru bir taraf orman diğer taraf deniz oluyor. Şehir merkezine yaklaştığınızı teknelerden denizi görmekte güçlük çektiğinizde anlıyorsunuz. Vikinglerin torunları için deniz halen bir tutku ancak denize artık savaşmaya değil, eğlenmeğe ve eğlendirmeye çıkıyorlar: dünyanın en büyük gemi turu şirketleri Norveçli. Norveçliler dünyanın bir çok popüler bölgesindeki gemi turlarında neredeyse tekeller. Örneğin Karayiplerde gemiyle turlamak isteyen bir ABD’li, Japon ya da Türk büyük olasılıkla Oslo’daki deniz ticareti ve gemi turları ile uğraşan bin civarındaki firmadan birinin müşterisi olacaktır.

Otobüs terminalinin çevresindeki bölgede ilk dikkatimi çeken Ortadoğulu ve Pakistanlı göçmenlerin bolluğu oldu. Ana tren istasyonu, otobüs terminali gibi yerler her ülkede karışık, binbir çeşit insanın buluştuğu, yollarının kesiştiği ve yemek yediği yerlerdir. Geliri iyi olmayan göçmenler terminal çevresinin olmazsa olmaz sakinlerindendir. Oslo merkezine girince göçmenlerin azalmasını beklemiştim, ama beklediğim olmadı. Sadece terminal çevresinde değil şehrin tüm mahallelerinde ciddi bir göçmen nüfusu var.

Oslo şehir merkezi, bir kuzey ülkesi için çok hareketli. Lokantalar, kaldırım kafeleri, barlar ve müzikli eglence yerleri tıka basa dolu. Sokakların dolu olmasında Eylül ayı için sıcak olan havanın etkisi olsa gerek. Barların dolu olması için ise açıklamam başka: “Biracılar Partisi” yandaşları bira içerek eylem yapıyor olmasın? Yanlış okumadınız ülkede bira sevenlerin kurduğu bir parti var. “Biracılar Partisi”’nin politik programı sizi çekemedi mi? Denizi sevenler için “ Deniz Kıyıları Partisi”, emekliler için “ Emekli Partisi” ya da anarşizmi destekleyen “Toplum Partisi”’ var. Parti adlarından da anlaşılacağı üzere Norveçlilerin tuzları kuru. Norveç 1960’lardan sonra petrol zenginliğini denizcilik ve orman ürünleri satışı ile birleştirerek refahını oldukça arttırmış. 2000 yılından beri devamlı Birleşmiş Milletler araştırmalarında “Dünyanın Yaşam Kalitesi En Yüksek Ülkesi” ( Türkiye ilk seksen ülke içine yeni girdi) çıkıyor. Dünyanın yaşam kalitesi en yüksek ülkesinin başkenti Oslo’da kısa turistik bir tur atalım.

Fiyortlar : Oslo bir fiyordun tam ortasına kurulmuş. Şehirden denize bakınca çok sayıda adacık göze çarpıyor. Şehir merkezinden kalkan bir tekne gezisine katılıp fiyordu ve adacıkları denizden görme fırsatımız da oldu. Şehir merkezinin çok yakınında bile doğa olduğu gibi korunmuş halen bakir görünüyor. Gerçektende çok güzel manzaralarla karşılaşıyorsunuz. Adacıklarda birbirinden epey uzak mesafelere kurulmuş küçük bakımlı ahşap evler var. Evlerin önünde ise illaki kendine ait bir iskele, iskelenin ucuna bağlı bir tekne ve iskelenin başlangıcında bir kulübecik var. Yapılar etrafları ile uyum içinde ve hiçbir şekilde gözü tırmalamıyor. Yelkenli tekneler sessiz bir şekilde adaların arasında görünüp zarifçe gözden kayboluyorlar.

Fram müzesi: Hayatının büyük bir kısmını yeni bölgelerin keşfine harcayan Amundsen 1910-1912 yıllarında Antartika’ya keşif düzenler be Güney Kutbuna ilk ayan basan kaşif olur. Kutup kaşifi Amundsen'in gemisi Fram ve yaptığı yolculuklar için yapılmış olan Fram müzesi tarih konusunu pek sevmeyenler için bile etkileyici bir yer.

Kon-Tiki Müzesi: Okyanusya’daki ada halklarının atalarının milattan önce 4000’li yıllarda Pasifik Okyanusunu sallarla geçen Güney Amerikalılar olduğuna inanan Norveçli Thor Heyerdahl, teorisini kanıtlamak için harekete geçer. Heyerdahl ve arkadaşları milattan önce 4000 yılı teknolojisini kullanarak Perulu yerlilerin yardımıyla bir sal yaparlar ve adını İnka tanrılarından esinlenerek “Kon-Tiki” koyarlar. Balsa ağacından kütüklerin iple birbirine bağlanması sonucu yapılan Kon-Tiki ile 1947 yılının Nisanında Perudan yola çıkarlar. Sal yapımında çivi kullanılmadığı için denizde sal yavaş yavaş parçalanmaya başlar. Sal neredeyse batmak üzereyken 8000 kilometre ötede bir Pasifik mercan kayalığına varır. 101 gün süren bu tehlikeli yolculuk sayesinde Heyerdahl teorisini kanıtlamıştır.

Maya ile Mısır piramitlerinin benzerliğinden yol çıkan Heyerdahl bu kez 1970 yılında papirüs bitkisinden ( kurutulmuşken görünüş olarak samana benziyor) yapılan bir salla Fas’tan Barbados’a geçer. Bu yolculukla eski Mısır uygarlığı ile Maya uygarlığının bağlantılı olabileceğini kanıtlar. Her iki yolculukta müzede ayrıntılı anlatılmış. Öğrenmek, şaşırmak ve ilham almak için birebir. Müze çıkışında “4.8 milyonluk ülkeden böyle birileri çıkıyor da 70 milyonluk bir ülkeden neden çıkmıyor? Neden bizden birileri böyle şeylere takmıyor?” sorusu aklımda Oslo’nun en ünlü parkına gidiyorum.

Vigeland parkı: İçinde 200 kadar insan figürü heykelinin yer aldığı bir park burası. Oslo belediyesi Vigeland dan bir park tasarlamasını istemiş o da ölene bu işle uğraşmış, hoş bir yer.

Bu küçük Oslo turumuzu şehirden iki hoş hikaye ile bitirelim. Hikayeler hoş ama ne kadar doğru bilemem.

1200 yılında İngiltere kralından kaçan Katolik rahipler Norveç'e sığınmışlar . Yaşamlarını İngiltere’deki eski geleneklerine göre devam ettirmeye çalışmışlar. İngiltere'de iken sabah güneş doğmadan yataktan çıkmaz ve yemek yemez, güneş batmadan önce yemek yer ve ancak güneş battıktan sonra yatarlarmış. Ayni geleneği Oslo’da devam ettirmişler. Ama Oslo’da yazın günler 21 saat, geceler 3 saat kışında tam tersi. İlk yılın sonunda mahvolmuşlar. Hemen papaya bir elçi göndermişler. Elçinin gidip gelmesi bir sene sürmüş. Papa Norveç'e yerleşenlere aksam saat 6'da yatağa girip sabah 6'da çıkmaları konusunda izin vermiş yoksa durumları hiç iyi değilmiş.

Her yıl Haziranın üçüncü haftası yazın gelişini kutlamak için sahilde ateş yakmak, içmek ve havai fişek atmak bir Norveç geleneği imiş. 2001 yılında kutlamalara katılan Oslolular fiyordun sağındaki sahilde kutlamaların çok neşeli geçtiğini düşünmüşler. Çünkü sahilde çok büyük bir ateş varmış. Kutlamalar sabaha dek sürmüş. Sabahleyin dokuma fabrikasının yerine sadece küllerini bulan isçiler çok şaşırmış!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google, Blogger yada OpenID hesabınızla girerek yorum bırakabilirsiniz. Spam yorumları siliyorum, gireceğiniz dış linkler takip edilemez. Teşekkürler

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...