Budistler Asla Balık Yemiyor, Peki Ama Neden Budistler Devamlı Balık Yiyor?

Tibetliler et yiyor ama hayvanlarını kesmiyorlar demiştim ya,  bir şey daha ekleyeceğim geldi: Budistler asla balık yemiyor ama Budistler devamlı balık yiyor.



Olay şu:  Tibetin dereleri gölleri balık kaynıyor ama Tibetli Budistler "balık yersek bir canlıyı öldürmüş oluruz, sonuçta eskiden onlar da insan olmuş olabilir ( bkz Karma ve bir önceki yazı) onun için Karmayı bozmayalım, bozacaksak sadece büyük hayvanlar için olsun deyip asla ama asla balık yemiyorlar. Niye? Budist inancı böyle.


Tayland'ın dereleri gölleri denizleri balık kaynıyor. Taylandlı Budistler "Bir canlıyı öldürdüğümüzde "Karma"mız kötü etkilenir.  Olabildiği kadar küçük bir canlıyı öldürelim ki Karmamız fazla  bozulmasın, malum balıklar zaten ancak Karması az olan (yani bir önceki hayatında yeterince artı toplayamamış ruhların) yeniden dünyaya gelmiş hali, yani yiyeceksek balık yiyelim deyip devamlı balık yiyorlar. Niye? Budist inancı böyle.

 Biz de erkek çocukları bildiğiniz şekilde sünnet olur. Malum Müslümanlık inancı. Vietnamlı Müslümanlarsa tahta bıçakla yapıyor. Eee o da malum Müslümanlık inancı.

Diyeceğim o ki her ne kadar öyle gözükse de "standart" denen şey "standart" değil. Karşımızdakine "standart" Türkçe/İngilizce/kuşdili vs kullanarak derdimizi anlattığımızda ne kadar anlaşılıyoruz acaba?

Budistler Asla Balık Yemiyor, Peki Ama Neden Budistler Devamlı Balık Yiyor?

Tibetliler et yiyor ama hayvanlarını kesmiyorlar demiştim ya,  bir şey daha ekleyeceğim geldi: Budistler asla balık yemiyor ama Budistler devamlı balık yiyor.



Olay şu:  Tibetin dereleri gölleri balık kaynıyor ama Tibetli Budistler "balık yersek bir canlıyı öldürmüş oluruz, sonuçta eskiden onlar da insan olmuş olabilir ( bkz Karma ve bir önceki yazı) onun için Karmayı bozmayalım, bozacaksak sadece büyük hayvanlar için olsun deyip asla ama asla balık yemiyorlar. Niye? Budist inancı böyle.


Tayland'ın dereleri gölleri denizleri balık kaynıyor. Taylandlı Budistler "Bir canlıyı öldürdüğümüzde "Karma"mız kötü etkilenir.  Olabildiği kadar küçük bir canlıyı öldürelim ki Karmamız fazla  bozulmasın, malum balıklar zaten ancak Karması az olan (yani bir önceki hayatında yeterince artı toplayamamış ruhların) yeniden dünyaya gelmiş hali, yani yiyeceksek balık yiyelim deyip devamlı balık yiyorlar. Niye? Budist inancı böyle.

 Biz de erkek çocukları bildiğiniz şekilde sünnet olur. Malum Müslümanlık inancı. Vietnamlı Müslümanlarsa tahta bıçakla yapıyor. Eee o da malum Müslümanlık inancı.

Diyeceğim o ki her ne kadar öyle gözükse de "standart" denen şey "standart" değil. Karşımızdakine "standart" Türkçe/İngilizce/kuşdili vs kullanarak derdimizi anlattığımızda ne kadar anlaşılıyoruz acaba?

Tibetliler Et Yiyor Ama Hayvanlarını Kesmiyorlar

Tibetlilerin çoğu Budist.  Budizmin amacı da Nirvana'ya ( Budistler için en üst ruhani düzey) ulaşabilmek. Budistler ruhların ölmediğine değişik bedenlerde tekrar tekrar dünyaya geldiklerine inanıyorlar.  İnançlarına göre bu hayatlarında ne kadar iyilik yaparlarsa bir sonraki hayatta ruhani olarak o kadar üst seviyeden geri geleceklerini düşünüyorlar. Yani bu hayatında kötü biri oluran bir sonraki hayatında düşük bir varlık olarak ( böcek, tavuk vb) hayata dönüyorsun, iyi biriysen bir sonraki hayatında daha iyi bir hayat sürüyorsun. Bunun adına "Karma" ( bir nevi iyilik/ sevap defteri) inancı diyorlar. Budistler yaşamlarının büyük bir kısmın "hareket-sonuç" ( yani Karma) üzerine kuruyorlar.

Tibetlilerin çoğu 3700 -5500 metre arasında yaşadığı için sebze, tahıl ve meyveye ulaşımları o kadar kolay değil.  Otlardan beslenen hayvanları beslemeleri ve sonra onları yemeleri daha kolay. Tibetlilerde öyle yapıyor: koyun ve inek besliyorlar. Bir güzel de yiyorlar. Bir sürü güzel et yemekleri var. Ama hayvanlarını kendileri kesmiyorlar. Niye? Çünkü o zaman Karmalarının kötü etkileneceğini
 düşünüyorlar. Bunun için Tibet'te yaşayan ve hiç sevmedikleri Çin'li komşularının kapısını çalıyorlar. Ülkede hayvan kesmenin fiyatları hemen hemen sabitlenmiş: Çinliler bir koyunu 20 Yuan, bir ineği 50 Yuan'a keserek Tibetlileri Karma'ya zarar vermekten kurtarıyorlar. Günaha girmeden et yiyebildiği için Tibetli memnun, para aldığı için Çinli memnun, Türk ne karışır?

Tibetliler Et Yiyor Ama Hayvanlarını Kesmiyorlar

Tibetlilerin çoğu Budist.  Budizmin amacı da Nirvana'ya ( Budistler için en üst ruhani düzey) ulaşabilmek. Budistler ruhların ölmediğine değişik bedenlerde tekrar tekrar dünyaya geldiklerine inanıyorlar.  İnançlarına göre bu hayatlarında ne kadar iyilik yaparlarsa bir sonraki hayatta ruhani olarak o kadar üst seviyeden geri geleceklerini düşünüyorlar. Yani bu hayatında kötü biri oluran bir sonraki hayatında düşük bir varlık olarak ( böcek, tavuk vb) hayata dönüyorsun, iyi biriysen bir sonraki hayatında daha iyi bir hayat sürüyorsun. Bunun adına "Karma" ( bir nevi iyilik/ sevap defteri) inancı diyorlar. Budistler yaşamlarının büyük bir kısmın "hareket-sonuç" ( yani Karma) üzerine kuruyorlar.

Tibetlilerin çoğu 3700 -5500 metre arasında yaşadığı için sebze, tahıl ve meyveye ulaşımları o kadar kolay değil.  Otlardan beslenen hayvanları beslemeleri ve sonra onları yemeleri daha kolay. Tibetlilerde öyle yapıyor: koyun ve inek besliyorlar. Bir güzel de yiyorlar. Bir sürü güzel et yemekleri var. Ama hayvanlarını kendileri kesmiyorlar. Niye? Çünkü o zaman Karmalarının kötü etkileneceğini
 düşünüyorlar. Bunun için Tibet'te yaşayan ve hiç sevmedikleri Çin'li komşularının kapısını çalıyorlar. Ülkede hayvan kesmenin fiyatları hemen hemen sabitlenmiş: Çinliler bir koyunu 20 Yuan, bir ineği 50 Yuan'a keserek Tibetlileri Karma'ya zarar vermekten kurtarıyorlar. Günaha girmeden et yiyebildiği için Tibetli memnun, para aldığı için Çinli memnun, Türk ne karışır?

Tibet'in En Kutsal Yeri: Lhasa'da Potala Sarayı

Lhasa'nın bulunduğu vadiye 300 metre yukarıdan bakan dört asırlık Potala saray barındırdığı eserler, gerek ve tarihi öneminden dolayı Lhasa'ya gelenlerin mutlaka gezmesi gereken yerlerden. 1000 odalı bu sarayı 1645-1959 yılları arasında Tibet'te dinin başı olan Dalay Lama'lar tarafından kullanılmış. 1959 yılında son Dalay Lama, Çinlilerin baskısından yılıp ülkeden kaçınca boş kalmış Sonra müzeye çevrilmiş.
Sarayda Tibet budizminin liderleri dört asır boyunca kesintisiz yaşadığı için çok sayıda dini eser bulunuyor. Dünya mirası listesindeki bu devasa binada budistlerce tapılan çeşitli varlıklara ve insanlara adanmış on binden fazla tapınakçık ( devasa bir oda ya da basit bir camekan olabilir) ve iki yüz binden fazla da budizmle ilgili heykel var. Veee bunları görmek için sadece iki saatiniz var, çünkü bilet saat sınırlamalı veriliyor. Üstelik sarayı gezmek için mutlaka rehber almanız gerekiyor, tek başınıza girmenize izin verilmiyor.  Durun bitmedi devamı da var.

Sarayı gezmek için o kadar çok istekli var ki ( ee Çin'in nüfusu 1.3 milyar, %1 gelmek istese hesabı siz yapın)  binanın zarar görmesini engellemek için ziyaretçi sayısını günde 2300 ile sınırlamak zorunda kalmışlar. Bir de giriş biletini korkunç pahalı hale getirmişler: tam 210 Türk Lirası. Üstelik Çinliler de aynı fiyatı ödüyor, yani maksat gelenleri caydırmak. Bu fiyatı başka yerde dünyada ödemezdim, ama Lhasa'ya gelmesi dert ( malum izin belgesi almam uzun sürdü) gezmesi dert ( rehber tutmadan şehirde hiç bir yeri gezmene izin vermiyorlar) bari bunu göreyim dedim. Ama cebim acıdı doğrusu.
Bunların üzerine sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak. Sarayın içinin sade ama etkileyici olduğunu söyleyeyim, her ne kadar rehber devamlı bulunulan mekanla ilgili bir şeyler anlatsa da akılda kalmıyor. Zaten rehberin dediklerini tam hatırlayan kaç turist çıkar acaba? Sadece binanın heybeti ve vadideki konumu bile akıllara kazınması için yeter aslında.

Binayı verilen zaman içinde gezip en üstteki bekleme terasına çıktığımda Lhasa'nın daha önce tam göremediğim esas yüzüyle karşılaştım. Lhasa şehrinin hükümet emriyle geliştirilen bölümleri tüm çıplaklıkları ve çirkinlikleriyle gözüküyor. Potala'yla ne kadar tezatlar.

Belki de en iyisi şehri boşverip aşağıdaki budist rahipler gibi sadece binanın detaylarına dalarak Potala'nın keyfini sürmek.






Tibet'in En Kutsal Yeri: Lhasa'da Potala Sarayı

Lhasa'nın bulunduğu vadiye 300 metre yukarıdan bakan dört asırlık Potala saray barındırdığı eserler, gerek ve tarihi öneminden dolayı Lhasa'ya gelenlerin mutlaka gezmesi gereken yerlerden. 1000 odalı bu sarayı 1645-1959 yılları arasında Tibet'te dinin başı olan Dalay Lama'lar tarafından kullanılmış. 1959 yılında son Dalay Lama, Çinlilerin baskısından yılıp ülkeden kaçınca boş kalmış Sonra müzeye çevrilmiş.
Sarayda Tibet budizminin liderleri dört asır boyunca kesintisiz yaşadığı için çok sayıda dini eser bulunuyor. Dünya mirası listesindeki bu devasa binada budistlerce tapılan çeşitli varlıklara ve insanlara adanmış on binden fazla tapınakçık ( devasa bir oda ya da basit bir camekan olabilir) ve iki yüz binden fazla da budizmle ilgili heykel var. Veee bunları görmek için sadece iki saatiniz var, çünkü bilet saat sınırlamalı veriliyor. Üstelik sarayı gezmek için mutlaka rehber almanız gerekiyor, tek başınıza girmenize izin verilmiyor.  Durun bitmedi devamı da var.

Sarayı gezmek için o kadar çok istekli var ki ( ee Çin'in nüfusu 1.3 milyar, %1 gelmek istese hesabı siz yapın)  binanın zarar görmesini engellemek için ziyaretçi sayısını günde 2300 ile sınırlamak zorunda kalmışlar. Bir de giriş biletini korkunç pahalı hale getirmişler: tam 210 Türk Lirası. Üstelik Çinliler de aynı fiyatı ödüyor, yani maksat gelenleri caydırmak. Bu fiyatı başka yerde dünyada ödemezdim, ama Lhasa'ya gelmesi dert ( malum izin belgesi almam uzun sürdü) gezmesi dert ( rehber tutmadan şehirde hiç bir yeri gezmene izin vermiyorlar) bari bunu göreyim dedim. Ama cebim acıdı doğrusu.
Bunların üzerine sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak. Sarayın içinin sade ama etkileyici olduğunu söyleyeyim, her ne kadar rehber devamlı bulunulan mekanla ilgili bir şeyler anlatsa da akılda kalmıyor. Zaten rehberin dediklerini tam hatırlayan kaç turist çıkar acaba? Sadece binanın heybeti ve vadideki konumu bile akıllara kazınması için yeter aslında.

Binayı verilen zaman içinde gezip en üstteki bekleme terasına çıktığımda Lhasa'nın daha önce tam göremediğim esas yüzüyle karşılaştım. Lhasa şehrinin hükümet emriyle geliştirilen bölümleri tüm çıplaklıkları ve çirkinlikleriyle gözüküyor. Potala'yla ne kadar tezatlar.

Belki de en iyisi şehri boşverip aşağıdaki budist rahipler gibi sadece binanın detaylarına dalarak Potala'nın keyfini sürmek.






Bir başka dünya: Lhasa ( Tibet)


Lhasa şehrinin eski  merkezine doğru yürümeye başladım. Otelin olduğu sokağın başındaki polisleri geçtim, ara sokağa yönlendim. Sokakta yolu kesmiş olan polis noktasına geldim. Çantam röntgen cihazına girdi, kendim metal arama cihazından geçip yoluma devam ettim. Devriye gezmekte olan polislerin arasından geçip 20 metre ilerideki polis karakolundan sola döndüm. Ana caddeye çıktım. Hangi yöne gideyim diye bir sağa bir sola baktım. Binaların tepesinden yoldan geçenleri izleyen polisle gözgöze geldim. Biraz ileride çatıdan yolu gözleyen bir ikincisini, üçüncüsünü , .... yüzüncüsünü ...beş yüzüncüsünü gördüm. Saymayı bıraktım.  Lhasa'da ne kadar çok polis olduğunu bilmem size söylemiş miydim?

Tibet'in uluslarası konumu oldukça tartışmalı. Çin ordusu 1950 yılında Tibet'i "özgürleştirmiş" ( Çin'deki siteler böyle diyor valla). Tibetlilere göreyse ülke 60 yıldan uzun bir süredir işgal altında.

Her ne kadar ülke 60 küsur seneden beri Çin yönetimi altında olsa da Tibetliler kendi kimliklerini her türlü engele ve zorlamalara rağmen devam ettirebilmişler. Çin yönetimi Tibetlilerdeki özgür olma ruhunu söndüremeyince kültürlerini değiştirmeye çalışmış. Tibetliler bu konuda da dirençli çıkmışlar: 2008 yılında Lhasa'da Çin baskısının azalması için büyük bir ayaklanma çıkmış. Bunun üzerine Çin hükümeti Tibet'e iyice asker ve polis yığmış, baskıları arttırmış, adım başı polis koymuş. Tibetliler bunu protestoları artarak devam etmiş.  2013 yılı başından beri de kendilerini yakarak baskıları protesto etmeye başlamışlar. Sadece bu sene başından beri 100'den fazla Tibetli kendini yakarak ölmüş.

Tibetliler çektiklerinin başka milletler tarafından görülüp Çin'e baskı yapılmasını istiyor bu yüzden yabancıları başları üzerinde tutuyorlar. Çin'lilerde Tibet'te olanların duyulmasını engellemek için var güçleriyle çalışıyorlar, bu yüzden ülkeye girmek için izin belgesi gerekiyor ve çok sıkı bir şekilde kontrol ediliyor. İzin belgeniz olmadan havaalanından taksiye binmeniz mümkün değil, hadi bindiniz diyelim yolda polis kontrol noktasında hemen izin belgenizi istiyorlar, otelde ve her türlü müzede de.

Yani ülkeyi daha doğrusu Lhasa'yı dolaşırken sabırlı olmak ve polisleri işkillendirecek hareketlerden ( fotoğraflarını çekmek, bağımsızlıkla ilgili konuşmak, Dalay Lama'dan bahsetmek gibi) kaçınmak gerekiyor. İzin belgeniz sadece Lhasa'da geçerli, şehir dışına çıkacaksanız başka izin belgeleri de gerekiyor.
Her neyse daha güzel konulara dönelim, mesela eski şehir merkezi gibi.  Lhasa'nın en hareketli yeri Barkhor caddesi ve çevresi. Bu cadde çevresindeki tapınaklardan dolayı Tibetliler tarafından kutsal sayılıyor ve her an yüzlerce hacı sizinle birlikte turluyor. Dua etmek ve hacı olmak isteyen Tibetliler yukarıdaki yaşlı teyze gibi sağ ellerine "dua tekeri"ni alıp bir mantra mırıldanırken Jokhang tapınağı çevresinde ve Barkhor caddesinde turluyor. Kaç tur? Bazıları 10,000 bazıları daha fazla tur yaparmış.

Bu turlama işini tam ciddiye alıp yerde sürünerek yapan da var taaa köyünden sürünerek gelen de. Köyünden sürünerek gelenlerin yolculuğu 3-4 seneyi bulabiliyormuş.
Meydana çıkan dar sokaklarda onlarca güzel lokanta var. Tibet mutfağı et, un ve patatese dayalı. Yakındaki Nepal ve Hint mutfaklarından da oldukça etkilenen bu mutfakta özellikle mantı türü yiyecekler lezzetli.

  Tibetlilerin kahvaltı ve öğlen yemeğinde tercih ettiği yemekleri "tsampa" doyurucu olsa da lezzet bakımından sınıfta kalıyor. Tsampa yemeğinin un, çiğ et, bağırsak parçaları, tereyağı ve kandan oluştuğunu söylersem neden bahsettiğim daha iyi anlaşılır herhalde. Görünüşü ise domates çorbasına benziyor meredin.

Merkezde biraz daha dolanıp ülkenin en ünlü mekanı Potala sarayına geçeceğiz.

Bir başka dünya: Lhasa ( Tibet)


Lhasa şehrinin eski  merkezine doğru yürümeye başladım. Otelin olduğu sokağın başındaki polisleri geçtim, ara sokağa yönlendim. Sokakta yolu kesmiş olan polis noktasına geldim. Çantam röntgen cihazına girdi, kendim metal arama cihazından geçip yoluma devam ettim. Devriye gezmekte olan polislerin arasından geçip 20 metre ilerideki polis karakolundan sola döndüm. Ana caddeye çıktım. Hangi yöne gideyim diye bir sağa bir sola baktım. Binaların tepesinden yoldan geçenleri izleyen polisle gözgöze geldim. Biraz ileride çatıdan yolu gözleyen bir ikincisini, üçüncüsünü , .... yüzüncüsünü ...beş yüzüncüsünü gördüm. Saymayı bıraktım.  Lhasa'da ne kadar çok polis olduğunu bilmem size söylemiş miydim?

Tibet'in uluslarası konumu oldukça tartışmalı. Çin ordusu 1950 yılında Tibet'i "özgürleştirmiş" ( Çin'deki siteler böyle diyor valla). Tibetlilere göreyse ülke 60 yıldan uzun bir süredir işgal altında.

Her ne kadar ülke 60 küsur seneden beri Çin yönetimi altında olsa da Tibetliler kendi kimliklerini her türlü engele ve zorlamalara rağmen devam ettirebilmişler. Çin yönetimi Tibetlilerdeki özgür olma ruhunu söndüremeyince kültürlerini değiştirmeye çalışmış. Tibetliler bu konuda da dirençli çıkmışlar: 2008 yılında Lhasa'da Çin baskısının azalması için büyük bir ayaklanma çıkmış. Bunun üzerine Çin hükümeti Tibet'e iyice asker ve polis yığmış, baskıları arttırmış, adım başı polis koymuş. Tibetliler bunu protestoları artarak devam etmiş.  2013 yılı başından beri de kendilerini yakarak baskıları protesto etmeye başlamışlar. Sadece bu sene başından beri 100'den fazla Tibetli kendini yakarak ölmüş.

Tibetliler çektiklerinin başka milletler tarafından görülüp Çin'e baskı yapılmasını istiyor bu yüzden yabancıları başları üzerinde tutuyorlar. Çin'lilerde Tibet'te olanların duyulmasını engellemek için var güçleriyle çalışıyorlar, bu yüzden ülkeye girmek için izin belgesi gerekiyor ve çok sıkı bir şekilde kontrol ediliyor. İzin belgeniz olmadan havaalanından taksiye binmeniz mümkün değil, hadi bindiniz diyelim yolda polis kontrol noktasında hemen izin belgenizi istiyorlar, otelde ve her türlü müzede de.

Yani ülkeyi daha doğrusu Lhasa'yı dolaşırken sabırlı olmak ve polisleri işkillendirecek hareketlerden ( fotoğraflarını çekmek, bağımsızlıkla ilgili konuşmak, Dalay Lama'dan bahsetmek gibi) kaçınmak gerekiyor. İzin belgeniz sadece Lhasa'da geçerli, şehir dışına çıkacaksanız başka izin belgeleri de gerekiyor.
Her neyse daha güzel konulara dönelim, mesela eski şehir merkezi gibi.  Lhasa'nın en hareketli yeri Barkhor caddesi ve çevresi. Bu cadde çevresindeki tapınaklardan dolayı Tibetliler tarafından kutsal sayılıyor ve her an yüzlerce hacı sizinle birlikte turluyor. Dua etmek ve hacı olmak isteyen Tibetliler yukarıdaki yaşlı teyze gibi sağ ellerine "dua tekeri"ni alıp bir mantra mırıldanırken Jokhang tapınağı çevresinde ve Barkhor caddesinde turluyor. Kaç tur? Bazıları 10,000 bazıları daha fazla tur yaparmış.

Bu turlama işini tam ciddiye alıp yerde sürünerek yapan da var taaa köyünden sürünerek gelen de. Köyünden sürünerek gelenlerin yolculuğu 3-4 seneyi bulabiliyormuş.
Meydana çıkan dar sokaklarda onlarca güzel lokanta var. Tibet mutfağı et, un ve patatese dayalı. Yakındaki Nepal ve Hint mutfaklarından da oldukça etkilenen bu mutfakta özellikle mantı türü yiyecekler lezzetli.

  Tibetlilerin kahvaltı ve öğlen yemeğinde tercih ettiği yemekleri "tsampa" doyurucu olsa da lezzet bakımından sınıfta kalıyor. Tsampa yemeğinin un, çiğ et, bağırsak parçaları, tereyağı ve kandan oluştuğunu söylersem neden bahsettiğim daha iyi anlaşılır herhalde. Görünüşü ise domates çorbasına benziyor meredin.

Merkezde biraz daha dolanıp ülkenin en ünlü mekanı Potala sarayına geçeceğiz.

Dünyanın çatısında: Tibet

Tibet. Uzun zamandır gitmek istediğim bir yerdi. Ama 2008 yılında çıkan karışıklıklardan sonra tura katılmayan bir turist olarak gitmenin hemen hemen imkansız olduğu bir yerdi. Taa ki Nisan 2013'e kadar. O tarihten sonra Çin devletinden seyahat izin belgesi almak kaydıyla Tibet'e seyahat etmenin yolu açıldı.  Seyahat izin belgeniz olmadan değil Tibet içinde gezmek, bölgeye gidecek uçağa yada  trene bile binemiyorsunuz ( otobüs halen yasak).

Tibet'e gidebilmek için geziyi çok önceden planladım ve gerekli başvuruları zamanında yaptım. Yine de "Tibet Seyahat İzin Belgesi"ni almam son ana kaldı, onu da bir Tibetli becerdi:Şangrila'da kaldığım hostelin Tibetli sahibi ısrarlı bir şekilde postacıları rahatsız edip sonunda izin belgesinin gelmiş olabileceği postane şubelerini teker teker dolaştı ve postanelerin kapanmasına çok az kala izin belgemi bulup getirdi. İzin almak için o kadar uğraştık, son ana kalınca karın ağrısı çektik: eee ne duruyoruz, o zaman? Tibet bizi bekler.

Dünyanın çatısında: Tibet

Tibet. Uzun zamandır gitmek istediğim bir yerdi. Ama 2008 yılında çıkan karışıklıklardan sonra tura katılmayan bir turist olarak gitmenin hemen hemen imkansız olduğu bir yerdi. Taa ki Nisan 2013'e kadar. O tarihten sonra Çin devletinden seyahat izin belgesi almak kaydıyla Tibet'e seyahat etmenin yolu açıldı.  Seyahat izin belgeniz olmadan değil Tibet içinde gezmek, bölgeye gidecek uçağa yada  trene bile binemiyorsunuz ( otobüs halen yasak).

Tibet'e gidebilmek için geziyi çok önceden planladım ve gerekli başvuruları zamanında yaptım. Yine de "Tibet Seyahat İzin Belgesi"ni almam son ana kaldı, onu da bir Tibetli becerdi:Şangrila'da kaldığım hostelin Tibetli sahibi ısrarlı bir şekilde postacıları rahatsız edip sonunda izin belgesinin gelmiş olabileceği postane şubelerini teker teker dolaştı ve postanelerin kapanmasına çok az kala izin belgemi bulup getirdi. İzin almak için o kadar uğraştık, son ana kalınca karın ağrısı çektik: eee ne duruyoruz, o zaman? Tibet bizi bekler.

Efsanevi şehir Şangrila ( Yunnan Eyaleti, Çin)

Shangrila ya da doğru yazımıyla Shangri-la  ( Türkçeye Şangrila ya da Şambala adıyla çevrilmiş)  adında bir yer 10 sene öncesine kadar sadece bir romanın sayfalarında varmış. Taa ki Çinliler bu addan para kazanabileceklerini anlayana kadar. Yazar James Hilton 1933 yılında yayınladığı "Kayıp Ufuk" kitabında uzaktaki çok güzel bir ülkeden bahseder.  Kitabın kısa özetini Okuma Günlüğüm bloğuna teşekkür ederek alalım ( http://okumagunlugum.blogspot.com/2012/11/yitik-ufuklar-james-hilton.html , daha bir sürü kitap özeti ve yorumu var, bence bir uğrayıverin). Evvet özet şöyle:

1930'lu yıllarda Hindistan'da İngiliz Konsolosluğu'nda çalışan üst düzey bürokrat olan 30'lu yaşlarının sonundaki Conway, genç meslektaşı Malinson, Hıristiyan misyoneri Miss Brinklow ve kimsenin pek iyi tanımadığı Amerikalı Barnard başka bir şehre gitmek üzere küçük bir uçağın yolcuları olarak bir araya gelmişlerdir. Birden uçağın normal rotasında gitmediğini fark ederler, sonra gerçek ortaya çıkar, kaçırılmışlardır. Hiç bilmedikleri bir yere kaçırılırken yerden yüzlerce metre yukarıda seçenekleri ise kısıtlıdır. Sonunda Tibet'te medeniyetten çok uzakta bir yere iniş yaparlar, pilotları ise yakınlardaki bir tapınakla ilgili bir şeyler söylerken can verir. Ertesi gün Shangri-La tapınağından bir grubun davetiyle tapınağa giderler, tapınak kimsenin yardımsız ulaşamayacağı kadar sarp bir yerdedir, dörtlünün umudu biraz dinlendikten sonra tapınağa erzak getirenlerle medeniyete geri dönmektir. Ancak öncelikle tapınağın güzelliği ve bolluk onları etkiler, sonra kafalarındaki düşünceler yavaş yavaş değişir.

Yani Şangrila diye bir yer aslında dünyada (ve Çin'de) yok-muş, 10 sene öncesine kadar. Yunnan eyaletinin uzak ve ücra köşesinde Tibet asıllıların yaşadığı bir kasabadaki yerel yönetim ne kadar uğraşşa da turist çekemiyormuş. Malum yükseklik 2800 metre olunca yaz mevsimi kısa, yol uzun vb. Sonra birinin aklına harika bir fikir gelmiş, "bizim yaşadığımız yer aslında Şangrila romanında tarif edilen yer, yani Şangrila'yı bulduk!". 
Bu fikir o kadar tutmuş ki, ben bile sonunda dayanamayıp Şangrila'ya uğradım.  

Şimdi adı değiştirmişler ama herkes aynı ismi kullanmıyor. Bir kere biz Şangrila diyoruz, tamam. İngilizcesi olan Shangri-la'yla benzer yani.  Ama Çinliler aynı yere Zhongdian diyor. Gittin otobüs terminaline dedin "Şangrila'ya bir bilet", adam suratına aval aval bakıyor. Beş dakika uğraşmadan sonra "aaaa Zhongdian" deyip bileti kesiyor, bu sefer ben "Zhongdian?? = Şangrila mı??" demeye başlıyorum. Geldiniz Şangrila, Şambala, Shangrila ya da Zhongdian'a sokakta şehrin merkezini burada çoğunlukta olan Tibetlilerden birine sordunuz diyelim ( aç parantez bir Tibetliyi  bir Çinliden ayırt etmenin en kolay yolu: hava nasıl olursa olsun kafasında şapkası varsa Tibetlidir. Kaynak: Bir Tibetli. Kapa parantez) o da size aval aval bakacaktır, çünküüüü ona göre burası "Gyaltang". Bu karışıklığa bir ekte benden, Şangrila'dan uçağa binecekseniz "Deqen havaalanına" gitmeniz lazım. Deqen şehri nerede? 160 km ötede. Peki Deqen havaalanı nerede? Tabii ki Şangrila şehir merkezinde!


 Sonuçta Şangrila kitaptaki kadar hoş bir yer olmasa da dağlık konumu ve bozulmamış doğasıyla özellikle yürüyüş yapmak isteyenler için ideal bir yer.
 Halkın çoğunluğu Tibetli olduğu için Tibet'e geçmeden Tibet'i görmek isteyenlere iyi bir alternatif sağlıyor. Çünkü bölge eskiden Tibet devleti sınırları içindeymiş. Çinliler ülkeyi işgal edince Yunnan eyaleti içinde kalmışlar ama asıllarını olduğu gibi koruyorlar.

 Tibet' geçmek izin belgesi gerekiyor, üç hafta önce başvurmuştum ama gecikme var. Yarın Lhasa, Tibet'e uçak biletim var ama izin belgesini ancak akşamüstü dört civarında postadan alabiliyorum. 


O zaman yarın dünyanın damı Tibet'teyiz.





Efsanevi şehir Şangrila ( Yunnan Eyaleti, Çin)

Shangrila ya da doğru yazımıyla Shangri-la  ( Türkçeye Şangrila ya da Şambala adıyla çevrilmiş)  adında bir yer 10 sene öncesine kadar sadece bir romanın sayfalarında varmış. Taa ki Çinliler bu addan para kazanabileceklerini anlayana kadar. Yazar James Hilton 1933 yılında yayınladığı "Kayıp Ufuk" kitabında uzaktaki çok güzel bir ülkeden bahseder.  Kitabın kısa özetini Okuma Günlüğüm bloğuna teşekkür ederek alalım ( http://okumagunlugum.blogspot.com/2012/11/yitik-ufuklar-james-hilton.html , daha bir sürü kitap özeti ve yorumu var, bence bir uğrayıverin). Evvet özet şöyle:

1930'lu yıllarda Hindistan'da İngiliz Konsolosluğu'nda çalışan üst düzey bürokrat olan 30'lu yaşlarının sonundaki Conway, genç meslektaşı Malinson, Hıristiyan misyoneri Miss Brinklow ve kimsenin pek iyi tanımadığı Amerikalı Barnard başka bir şehre gitmek üzere küçük bir uçağın yolcuları olarak bir araya gelmişlerdir. Birden uçağın normal rotasında gitmediğini fark ederler, sonra gerçek ortaya çıkar, kaçırılmışlardır. Hiç bilmedikleri bir yere kaçırılırken yerden yüzlerce metre yukarıda seçenekleri ise kısıtlıdır. Sonunda Tibet'te medeniyetten çok uzakta bir yere iniş yaparlar, pilotları ise yakınlardaki bir tapınakla ilgili bir şeyler söylerken can verir. Ertesi gün Shangri-La tapınağından bir grubun davetiyle tapınağa giderler, tapınak kimsenin yardımsız ulaşamayacağı kadar sarp bir yerdedir, dörtlünün umudu biraz dinlendikten sonra tapınağa erzak getirenlerle medeniyete geri dönmektir. Ancak öncelikle tapınağın güzelliği ve bolluk onları etkiler, sonra kafalarındaki düşünceler yavaş yavaş değişir.

Yani Şangrila diye bir yer aslında dünyada (ve Çin'de) yok-muş, 10 sene öncesine kadar. Yunnan eyaletinin uzak ve ücra köşesinde Tibet asıllıların yaşadığı bir kasabadaki yerel yönetim ne kadar uğraşşa da turist çekemiyormuş. Malum yükseklik 2800 metre olunca yaz mevsimi kısa, yol uzun vb. Sonra birinin aklına harika bir fikir gelmiş, "bizim yaşadığımız yer aslında Şangrila romanında tarif edilen yer, yani Şangrila'yı bulduk!". 
Bu fikir o kadar tutmuş ki, ben bile sonunda dayanamayıp Şangrila'ya uğradım.  

Şimdi adı değiştirmişler ama herkes aynı ismi kullanmıyor. Bir kere biz Şangrila diyoruz, tamam. İngilizcesi olan Shangri-la'yla benzer yani.  Ama Çinliler aynı yere Zhongdian diyor. Gittin otobüs terminaline dedin "Şangrila'ya bir bilet", adam suratına aval aval bakıyor. Beş dakika uğraşmadan sonra "aaaa Zhongdian" deyip bileti kesiyor, bu sefer ben "Zhongdian?? = Şangrila mı??" demeye başlıyorum. Geldiniz Şangrila, Şambala, Shangrila ya da Zhongdian'a sokakta şehrin merkezini burada çoğunlukta olan Tibetlilerden birine sordunuz diyelim ( aç parantez bir Tibetliyi  bir Çinliden ayırt etmenin en kolay yolu: hava nasıl olursa olsun kafasında şapkası varsa Tibetlidir. Kaynak: Bir Tibetli. Kapa parantez) o da size aval aval bakacaktır, çünküüüü ona göre burası "Gyaltang". Bu karışıklığa bir ekte benden, Şangrila'dan uçağa binecekseniz "Deqen havaalanına" gitmeniz lazım. Deqen şehri nerede? 160 km ötede. Peki Deqen havaalanı nerede? Tabii ki Şangrila şehir merkezinde!


 Sonuçta Şangrila kitaptaki kadar hoş bir yer olmasa da dağlık konumu ve bozulmamış doğasıyla özellikle yürüyüş yapmak isteyenler için ideal bir yer.
 Halkın çoğunluğu Tibetli olduğu için Tibet'e geçmeden Tibet'i görmek isteyenlere iyi bir alternatif sağlıyor. Çünkü bölge eskiden Tibet devleti sınırları içindeymiş. Çinliler ülkeyi işgal edince Yunnan eyaleti içinde kalmışlar ama asıllarını olduğu gibi koruyorlar.

 Tibet' geçmek izin belgesi gerekiyor, üç hafta önce başvurmuştum ama gecikme var. Yarın Lhasa, Tibet'e uçak biletim var ama izin belgesini ancak akşamüstü dört civarında postadan alabiliyorum. 


O zaman yarın dünyanın damı Tibet'teyiz.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...