Çinçiva ve Zilkale


Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi sınırlarında Fırtına Vadisi'nde çok hoş yerler var. Buraları anlatmak yerine sadece fotoğrafları koymakla yetineceğim. Size de 1) bir ara bölgeyi  ziyaret etmesi ve 2) Hidroelektrik Santrallerle ilgili haberleri daha dikkatli okumak kalıyor.


Hidroelektrik santralleri takip etmek nereden çıktı demeyin. Bu gördüğünüz güzellikleri Fırtına deresine yapılacak ve pekte verimli olmayacak bir hidroelektrik santralle ( HES) yoketmeye çalışıyorlar. Mahkeme şu anda yürütmeyi durdurmuş durumda ama ne olur belli olmaz.

Yapılmasına izin verilen HES'lerin verimli olsa hadi neyse, ama değiller: şu anda Türkiye'de HES lisansı verilen 4000 kadar su kaynağı var. Evet tam 4000! Dile kolay ve çoğu gerçekte yapılmaması gereken projeler. HES'ler doğayı yoketme pahasına geçici bir süre bölgeye ek iş sağlıyorlar,  politikacılar bu yüzden destekliyor.

Kısa dönemli düşünürsek HES iş sağlıyor ama uzun dönemli düşünüldüğünde görülüyor ki HES yapılınca burada gördüğünüz manzaralar yokoluyor, bölge mahvoluyor, tarım yok oluyor ve göç başlıyor.

Düşünce ufkumuzu daha uzun sürelere yaymadıkça bu güzellikler tehdit altında olmaya devam edecek.

Bu aralar kendinize bir iyilik edin kafa dinlemek ve gözünüze bayram ettirmek için Fırtına Vadisine, Çinçiva'ya, Ortan'a, Zilkale'ye gelin. Sonra da çocuğunuza ve gençlere bir iyilik yapın ve koruyun buraları.


Huser yaylasında bulutların üzerinde yürüyün

Huser yaylası, Rize Ayder yaylasına yaya olarak 4 saat uzaklıkta. Kaçkarların tüm ihtişamını görmek için iyi bir nokta.

Yaylaya giden toprak yol fena değil. Yürümek için Oberj otelin sağ yanındaki patikadan ormana girip 4 saat kadar çıkmanız gerekiyor.

Orman'daki patika dik ama keyifli.


Tabi en iyi manzaralar için en tepeye çıkmanız gerekiyor. Zirveye yakın iki tane kafe var: çıkarken yorulanlara güzel bir dinlenme fırsatı sunuyorlar.

Trans Kaçkar 2/2: Yaylalar ( Yusufeli-Artvin), Baber Geçidi, Ayder ( Rize)

Bu rota diğer Trans Kaçkar rotasından daha keyifli: daha çok köyden, yeşillikten, ağaç aralarından ve daha iyi manzaradan geçip daha az tırmanıyorsunuz.


Yaylalar köyünden Satelef yaylasına, sonra Kör Ahmet mezrasına oradan Baber geçidine ( 3100 m. civarı) oradan da Çakmakçur üzerinden Ayder'e ulaşmak 7 ila 9 saat arası sürüyor.

Yol 17 ila 20 km kadar. 2 saati dışında eğim fazla zorlamıyor.



Daha rahat yürüyünce daha çok "" aaa  iyi manzara durup bir foto çekelim" diyorsunuz.

Bu rota daha önce yazdığım Ayder ( Rize), Naletleme geçidi, Yaylalar (Yusufeli-Artvin) rotasına göre daha keyifli.
Ama siz yine de hazırlıklı olun ve malzemelerinizi tam olarak yanınıza alın. Kaçkarlarda sis, yağmur, dolu, sis, sıcak arası sadece 10-15 dakika olabiliyor.


Baber geçidini geçince Çeymakçur karşınıza muhteşem bir manzarayla çıkıyor. Sonraki 1-1,5 saatlik yürüyüş sedir ağaçları ve dereler arasında çok keyifli geçiyor.

7-9 saatlik bir yürüyüş sonunda Rize'nin Ayder yaylasına varıyorsunuz. 

Trans Kaçkar 1 / 2: Ayder ( Rize), Naletleme geçidi, Yaylalar (Yusufeli-Artvin) yürüyüşü


Kaçkar dağlarını yürüyerek aşan rotalara "Trans Kaçkar" ya da "Kaçkar geçişi" adı veriliyor. Genelde Rize'nin Ayder yaylasından Artvin'in Yaylalar Köyüne geçiliyor. Bu rotayı yapmak için bir çok alternatif var.


Biz Ayder ( Rize), Naletleme geçidi, Yaylalar (Yusufeli-Artvin) yoluyla ilk Trans Kaçkar'ımızı yaptık sonra da Yaylalar ( Yusufeli-Artvin), Baber Geçidi, Ayder ( Rize) yoluyla geri döndük.


Bu yazıda kullandığımız Naletleme geçidi adını sonuna kadar hakkediyor. Dik bir açıyla çıkılan geçidin altında sıcaktan pişerken tepede doludan kaçmak insan bünyesine ters gelen bir şey. Üstelik sıcak, sis, yağmur, dolu, sis, sıcak geçişini 2 saatten az bir zamanda yapıyorsunuz. Yanınızda gerekli malzemeler oldukça sorun değil ama biraz zahmetli bir rota. Yanınızda olması gereken malzemelerin listesi şuradakiyle aynı. 

Rize Ayder'den ayrıldıktan sonra Naletleme geçidine yakın bir yerde bittiği yerde grubumuzu bıraktı. Buradan Artvin'in Yaylalar köyüne varması 8 ila 11 saat arası sürebiliyor. Yaklaşık 20-22 kilometre.

Eğer tercih etmeniz gerekirse Naletleme geçidi yerine blogda anlattığım ikinci rotayı tercih etmenizi öneririm: Yaylalar ( Yusufeli-Artvin), Baber Geçidi, Ayder ( Rize)

Kaçkar Zirve Yürüyüşü

Kaçkarlar, Doğu Karadeniz'de kıyı boyunca uzanan sıradağlar. Bu sıradağların yüksekliği 2000 metreden 3937 metreye kadar değişiyor.

22 Temmuz 2011 günü Kaçkarların zirvesine Artvin'deki Yaylalar Köyüne bağlı Dilberdüzü kamp alanından başladık ve 10.5 saatte tamamladık.  Bu yürüyüşe siz de gitmek istiyor olabilirsiniz ya da henüz kararınız vermemiş olabilirsiniz. İşte bunun için yazıya yürüyüşle ilgili ayrıntıları ve fotoğrafları koydum. Hadi bakalım Kaçkarlar'ın zirveye çıkıyoruz.

Mesafe: 3200 metredeki Dilberdüzü kampından 3937 metredeki zirveye tırmanış yaklaşık 4.5 km uzunluğunda ve 5.5 saat kadar sürüyor. Zirveden dönüş 5 saat, eder 10.5 saat.

Zorluk derecesi: 4.5 km uzunluğundaki yürüyüş / tırmanış  5.5 saat kadar sürüyor demiştim, ilk tırmanmaya başlanılan yokuşun adıysa "Katır Osurtan", gerisini siz hesap edin.

Gerekli ekipman:

İyi bir çift yürüyüş ayakkabısı ( Ennnn  önemlisi bu. Ayağınızda rahat olan ama ayağınızın ayakkabı içinde hareket etmesine izin vermeyen, tabanı yeteri kadar sert, vurmayan ve su geçirmeyen ayakkabılar).

İyi çoraplar ( Kalın, ayağınızın ayakkabı içinde hareket etmesine izin vermeyen çoraplar)

Çabuk kuruyan yürüyüş pantalonu ve tişörtler / polar ( Ağustos ayı dışında yağmur ya da dolu yağması neredeyse kesin, bari kuruyun).

Yağmurluk ( gündüzleri hava 20 derece ve güneşli olabilir ama biraz irtifa kazanınca sis/yağmur/dolu başlıyor, yağmurluğunuza sahip çıkın).

Geniş çeperli bir şapka ( yüksekte hava kapalı olsa bile yakıyor).

Bere ( Hava bir sıcak bir soğuk, şart mı? Yoo, ama neden olmasın? ).

Karda ellerim donar dayanamam diyenler eldiven alsın ( çok şart değil ama meraklısına).

Bol faktörlü güneş kremi.

1 litrelik su, fotoğraf makinası. Yedek çorap ve tişört.

Ayakkabısı vuracak/ayağı su toplayacak/başı ağrıyacak ve midesi bozulacaklar için ilk yardım çantası. Grupta birinde mutlaka olsun, bizim grubun rehberi Koray her sabah en az 5 kişiye sargı yapmak durumunda kaldı. İlk yardım çantası şart. 

Bunların hepsini alacak bir sırt çantası.

Vee son olarakta bir şey ters giderse ya da yürüyüş zorlaşırsa bile kaybolmayan gülümseme.

Malzemeleri saydık, peki yürüyüş ne menem bi şi? Anlatayım.

Dağda hava öğlen civarı bozmaya başladığı için olabildiğince erken yola çıkmakta fayda var. Bizim grup 03:30 'da uyanıp kahvaltı etti ve 04:30'da gün ağarırken yoldaydık.


Daha erken yola çıkan gruplar el / baş fenerlerini kullanarak yürüyüşe başladılar.


Uykulu ve mahmur bir şekilde Katır Osurtan yokuşunu tırmanınca sizi yukarıdaki bu güzel manzara karşılıyor.

Yukarı çıktıkça sis görüş mesafenizi azaltsa da arada bir çok güzel manzaralar yakalamanız olası. Ama nefesiniz kesildiği için ve yürüyüş grubunun temposunu bozmamak için foto makinanıza çok asılamıyorsunuz.


Grubumuz yukarı çıktıkça daha sık molalar alarak 5.5 saatte zirveye vardı.

Zirvedeki dalgalanan bayrağımızın yanına yürüyüşe katılan Slovak arkadaşımız Viktor'da Slovak bayrağı
açıverdi. 3937 metredeki ziyaretçi defterine yazdıktan sonra fazla vakit kaybetmeden aşağı iniş başladı. Çünkü havanın ne zaman ne yapacağı bu yükseklikte hiç belli olmuyor.

22 Temmuz, yaz ortası ama kar bol. 


Buzul geçişini daha zevkli hale getirmek isteyenler çantalarının üzerine oturup kaydılar.


Aşağı iniş dizlere fazla yük bindirdiği için bazen yukarı çıkmaktan daha yorucu olabiliyor. "Diz dinlendirme" molası.... 

10 saatin sonunda Dilbedüzü kamp alanı uzaktan göründü.

Yarım saat sonra

iyice hak edilmiş bir dinlenme ve zonklayan ayaklarımızı buz gibi dereye sokmak için kamp alanına ve
çadırlara geri döndük. Geceye daha çok vakit var ama yorgunluk had safhada, biraz şekerleme iyi gelmez mi sizce de?


"Şaşırmak İçin Gezmeniz Gereken 55 Yer" kitabımı 7 Ağustos'a kadar ücretsiz edinmek için...

Selamlar,

Mart ayında yayınlanan ve iyi yorumlar alan kitabım "Şaşırmak İçin Gezmeniz Gereken 55 Yer"'i  Binrota.com  7 Ağustos'a kadar "yazı" karşılığında ücretsiz veriyor.

Kitabı nasıl ücretsiz edineceksiniz?

1) Gittiğiniz yerlerle ilgili yazı(lar) yazıp bunu binrota.com 'a yüklüyorsunuz.

2) info@binrota.com' a bir email atıp kitabınızı istediğiniz adresin detaylarını veriyorsunuz.

3) Kitap kapınızda...


Ayrıntılar için www.binrota.com ' a bakıverin. Bu sefer de kaçırdım demeyin.

================================================

Kitap Hediyelerimiz Yeniden Başlıyor.





Bir Binrota geleneği haline gelen kitap hediyelerimiz yeniden başlıyor.

Şimdi de Binrota.com'a 25 Temmuz-07 Ağustos 2011 tarihleri arasında gezi yazısı yazan herkese Binrota.com'un ikinci kitabı olan "Şaşırmak İçin Gezmeniz Gereken 55 Yer" isimli kitabı hediye edeceğiz.
Gezi yazılarınızı yazarken her zaman olduğu gibi güzel hatıralarınızla beraber gezdiğiniz şehirlerin önemli yerlerini, görülmesi gereken tarihi ve kültürel eserlerini, doğal güzelliklerini anlatınız.
Gezi yazınızı yazdıktan sonra info@binrota.com mail adresine, yazınızın linki ile birlikte isminiz, soy isminiz, adres ve telefon numaranızın bulunduğu bir mail göndermenizin size ulaşmamızı sağlayacağını unutmayın

30 günlüğüne yeni bir şeyler deneyin

Yeni bir şeyler yapmayı istiyor ama bir türlü başlayamıyor musunuz? Ekteki Türkçe altyazılı video size 30 günlüğüne yeni bir şeyler denemenizi öneriyor. Bir bakıverin, hoş anlatmış.


Aşağıdaki videoyu göremeyenler için link ( Türkçe altyazılı):
http://www.ted.com/talks/matt_cutts_try_something_new_for_30_days.html




Gitmeyi düşünmediğiniz bir yere bilet alın, yapmayı düşünüp vazgeçtiğiniz bir şeye yeni bir şans verin. Yapın. Durmayın öyle....


Beşinci Tad: "Umami"


Aldığımız tadları sıralayalım: acı, tatlı, tuzlu, ekşi ve "Umami". Umami ne? dediğinizi görür gibiyim.

Umami, Japonca'dan alınmış bir kelime ve doygunluk, tadın dolu olması anlamına geliyor. İçinde Umami olan yiyecekler çoğunluk tarafından seviliyor. Umami ile ilk tanışmamız anne sütünden. İlk tanıştığımız tad ama çoğumuz daha adını bile bilmiyoruz. En fazla et, et suyu, balık, domates gibi ürünlerde oluyor. Küçük çocukların 6-7 yaşına kadar her şeye ketçap koyma takıntısının sebebi de Umami: ketçapta çok var. Makarna'sına tepeleme ketçap koyan ufaklık aslında yemeğini sadece anne sütüne benzetip lezzetini arttırmaya çalışıyor o kadar. 

Lokantacılar umaminin dayanılmaz çekiciliğini bunu keşfetmiş elbet. Hazır aldığınız yemeklerin ya da çorbaların etiketini bir okuyun. İçinde "glutomat" sözcüğü geçiyorsa suni olarak "umami" katıldığını bilin, tadı gerçekte iyi değil sadece size öyle geliyor. Özellikle MSG ( monosodyum glutomat) katılan yemeklerin sonradan başağrısından obeziteye kadar varan etkileri olduğu saptanmış. Özellikle Çin lokantları fazla umami'den sabıkalılar. Seyahatteyken aklınızda olsun.

Afrika'nın yemeği: Ugali

Bizim için ekmek neyse Afrika'lı içinde Ugali o.

Ugali, mısır unu , su ve yağla hazırlanan doyurucu bir katık. Özellikle doğu Afrika sofralarında illaki var.
Ugali'de protein yok. Afrika'nın bazı bölgelerinde günlük öğünlerde başka protein kaynakları eklenmezse fazla ugali tüketimi unutkanlıkve ölüme kadar giden sorunlara yol açabiliyor.

Kiminin yemeği kiminin maması: Manda Tendonu

Güneydoğu Asya'da Laos'un kuzeyinden gezerken otobüs aktarması sırasında 4 saat kadar küçük bir köyde bekledim. Yabancı görmeye pek alışkın olmayan köylüler beni bahçelerine bira içmeye davet etti. Bir sürü adını bilmediğim meze geldi. Ne olduklarına pek bakmadan götürdüm, ama bir tanesi var ki yedim ama sakız gibi mümkün değil yutmak. Orada İngilizce bilen tek kişiye "bu ne yahu yutulmuyor?" diye sordum. Güldü "yutmayacaksın zaten, çiğne tadını al ve sonra tükür" dedi ve ekledi " o yemeye çalıştığın manda tendonu, 2 saat uğraşşan da yumuşamaz ama birayla iyi gider". 


Geçenlerde merak ettim ve hızlı bir internet araması yaptım: Manda tendonu meğer aranılan bir köpek maması imiş. Eh gezgin umduğunu değil bulduğunu yer.Manda tendonu= sadece köpeklere ve ağzının tadını bilen gezginlere.

Fransız ve İsviçre Mutfağında "Köpek"

Asya ya da Afrika'da köpek yiyenleri gören bizim ve batılıların yüzleri hemen ekşiyiverir. 

"Gerikalmışlar" nasıl olur da bu yemeği yiyebilmektedir?


















Yukarıdaki foto, 20.yy başında Fransa'da bir köpek kasabını gösteriyor.

 Burada da İsviçre'de halen yapılan bir köpek yemeğinin tarifi var ( Gedörrtes Hundefleisch).

Aynı kitapta beyin, paça, dil gibi çoğu batılı tarafından "yenemez" yemeklerin de tarifleri eklenmiş.

Anafikir: Toplumlar ve mutfaklar akışkandır, içindeyken görmesi zordur.

Kral Midas'ın Birası





Sakarya'da bulunan antik Gordion  kenti Kral Midas'ın mezarına da ev sahipliği yapmaktadır.  Pennsylvania Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi mezarda Kral Midas'ı son yolculuğuna göndermek için konulan 157 çeşit yiyecek içecek kabından alınan örnekleri incelemiş ve bir kaçının içinde çooook eskiden bira yapıldığını saptamış. Modern yöntemlerle biranın nelerden yapıldığı ortaya çıkarılmış ve yeniden yaratılmış: 2700 senelik bir tarifle hazırlanan Kral Midas birası ABD'de piyasaya verilmiş.


Dağ Karidesi Yer Misiniz?

-Dağ Karidesi Yer Misiniz?

- Karides dağda olur mu?

- Olur, tabi yer misiniz?

-Evet, karides yerim, dağ karidesi de yerim.

dediniz....



O zaman buyrun  çekirge yemeğine.


Çekirge'yle karides uzaktan akrabalar ( bkz. Artropod ailesi). Birini yeyip diğerine uzaktan bile dokunmadığınız bu iki canlı temelde aynı. Bir duruma/tanıma/olaya/millete/yemeğe/hayata başka bir açıdan bakınca çok farklı sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Yola çıkmak yeni bir bakış açısı denemek için çok iyi bir fısatttır. Yola çıktığınızda olabildiği kadar yeni şeyler denemeye ve eski katılaşmış alışkanlıklarınızı gzöden geçirmeyi deneyin. Bunlar ufak şeyler de olur, yemek gibi küçük şeyler de... Maksat yönetiminizi otomatik pilottan alıp istediğiniz yöne çekmek.

Şimdi: çekirge'ye ne dersiniz?



Çinde çekilen bu fotoğraftakiler doğruyu bulmuş: çekirge ve karides ızgarası....



Çin'den "Izgara çekirge" sizi açmadı mı ? O zaman Meksika'dan "Çekirge dürüm" e ne dersiniz?

    Muzlu Pancake Yolu






















    Sırt çantasıyla yola çıktıysanız ister Güney Amerika'da olun ister Asya'da yabancıların uğradığı her yerde bulabileceğiniz bir yemek var: pancake  ( tavakek??) . Pancake isteğe göre tatlı, aşırı tatlı,çınar şuruplu, reçelli, hamurlu, ballı, tereyağlı olabilen ve doydum hissini hem hızlıca hem ucuza yaratan bir yemek. Pancake'i kimine göre sadece kahvaltıda yenmekte ama çoğu kimse için  kahvaltı/öğlen/akşam yemeği.




    Bu yemek batılı gezerlerle öylesine bağdaştırılmış ki sırt çantalıların çok gezdiği bölgelere "Muzlu Pancake Yolu" da denmektedir. "Yabancıların hepsi pancake sever"'den hareket eden işportacılar el arabalarında bile yerel halkın yanından geçmediği bu yemeğin envai türünü yaparlar.

    Bir dahaki gezinizde herkesin gezdiği yerleri boş verin, yoldan çıkın, pancake bölgesinden olabildiğince uzağa kaçın. Geziniz biraz daha zahmetli ama çok daha zevkli olacak.

    Bundan sonraki 4-5 yazıda alışımışın dışında lezzetlere dalacağız sizinle.


    Bir toplum hareketi nasıl başlatılır?

    Yeni bir fikrin nasıl yayıldığını ve bir toplum hareketi haline nasıl döndüğünü 3 dakikada komik bir şekilde anlatan bir videoyu aşağıya ekledim: güzel bir şey. Türkçe altyazılı.

    http://www.ted.com/talks/lang/tur/derek_sivers_how_to_start_a_movement.html



    Kapadokya'da Dünyayı Gezen Pideci


























    Kapadokya'ya yolunuz düşerse hem gönlünüzü hem midenizi aynı anda doldurmak için Avanos'ta gezgin İsmet İnce'nin pide lokantasına uğramanızı salık veririm: pideler enfes + gezilen yerlerden anılar tavsiyeler ve planlar tam gezgin damağına layık.



    İsmet Abi, Avanos'lu. Uzun bir süre Ankara'da bir şirkette çalıştıktan sonra emekliliğinde doğduğu topraklara dönmüş ve  Tafana Pide ve Kebap'ı açmış. Genelde Ramazan aylarında müşteri azalınca İsmet Abi kendini yollara atıyor ama yolu geldiyse zamana dikkat etmeden gezdiği de oluyor.



























    İsmet abi'nin neden ve nasıl gezdiğini benden değil de doğrudan kendisinden öğrenelim. Sitesinden bir yazıyı aşağıya koydum, geri kalanlar için sitenin adresi şöyle:  http://tafanarestoran.com/blog/ .   Avanos'tan geçerseniz mutlaka uğrayın: Tafana'nın adresi: Atatürk cad. No 31. Avanos/ Nevşehir. Tel: 0384 511 4862.


    DÜNYAYI DOLAŞAN PİDECİ’DEN



    İLK SÖZ…
    Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler bu kitabın yalnızca tek bir sayfasını okumuş olur.
    Augustinus

    Ortaokul yıllarımda, Türkiye’deki pek çok elçilikle yazışır, ülkelerine dair kitap isterdim. Sınıftan çağrılarak verilen çok sayıdaki kitap paketini açar, okuyacağım anı sabırsızlıkla beklerdim.
    Dünyanın yedi harikasını buldum o kitaplarda. Paris’in Eyfel Kulesi’ni, Mısır’ın Piramitleri’ni, Amerika’nın Özgürlük Anıtı’nı, Çin Seddi’ni, Venedik Kanalları’nı tanıdım uzaktan.
    Daha 14 yaşında Rio Karnavalı’na katıldım. Afrika’nın balta girmemiş ormanlarına daldığımda henüz ortaokul 3. sınıf öğrencisiydim.
    Iguazu Şelaleleri’ni ilk o kitaplardan birinde gördüm. Kitabın birinin ön yüzünü oluşturuyordu Tac Mahal. Peru’nun Machu Picchu’suydu rüyama giren. Okul müdürümün “oğlum nereden aklına geldi” dediği bir elçilikten gelen paketten çıkan mavi kaplı kitapta anlatılıyordu Patagonya .
    Üst üste koyunca hepsini yaşadım çocukluğumun hayal dünyasında!
    . . . Derken, aradan yıllar geçti. Bu defa, öğrenci değildim. O yıllarım geride kalmış, iş hayatına atılmıştım. Çocukluğumun geçtiği Avanos’ta pide salonu çalıştırıyordum artık. Yani, sizin anlayacağınız, ”pidecilik” işte!
    . . .
    91 yılının, yağmurun hafif hafif çiselediği bir nisan akşamı restoranımda otururken, elime tutuşturulan bir davetiyeyle başladı benim uzun yolculuğum. . .
    Dostoevsky’nin “tahayyül edebileceğim en güzel kent” dediği Leningrad, bugünün St. Petersburg’uydu ilk rotam. Arkasından Hindistan, Mısır ve diğerleri geldi.
    Artık, okul yıllarımın hayalleri, bugünün gerçekleri olmuştu. Şimdilerde bu gerçekliği, dünyanın dört bir tarafını yıllardır dolaşarak yaşamaya çalışıyorum.
    Bugüne kadar Asya, Avrupa, Afrika, Orta ve Güney Amerika’da çok sayıda ülke gezdim. Bunu, hep tek başıma yaptım. Yani, ne bir tura katıldım, ne de bir acenteyle anlaştım. . .
    Gittiğim ülkelerde genellikle pansiyon, misafir evi gibi küçük ölçekli işletmelerde ya da evlerde kalmaya gayret ederim.
    Bunu, özellikle böyle istiyorum. Çünkü, bu yönüyle, geleneksel hayatı, yerel kültürü yakından tanıma fırsatı elde etmiş oluyorum. Gittiğim yerlerde kimseyi tanımıyorum aslında. Her tarafta insan yaşıyor ya, o yetiyor bana. Benim tarzım, bu! Bundan büyük keyif alıyorum. Öğrendiklerimse çok fazla. . .
    Bana çok sorulur: “En çok hangi ülkeyi beğendin?
    Bu, tamamen sizin tarzınıza, geziden neyi anladığınıza bağlı! Buna benim cevabım; “hepsini” dir.
    Neden mi?
    Balarısı, hep çiçekler arasında dolaşır ve her çiçekten bir tat alır, aldığı tatlardan balını yapar. Gezi de böyle. Ben de her ülkeden bir tat aldım. Gördüm ki, her birinin kendine has ayrı bir tadı var. Birinde bulduğum tat, diğerinde yoktu. Fakat, hepsinin kendine göre lezzeti vardı. Ayrı ayrı olsalar da, hepsi de tatlıydı.
    Öyle bir şey işte!
    Gezmek, bence var olmaktır. Bu yüzden, yeni tatlar bularak, var olmaya devam edeceğimi söyleyebilirim.
    Haaa, aklıma geldi bu arada; “işim mi?” “Onu ne yaptığımı mı” soracaksınız? “Gideceğim zaman kapatıyorum!
    . . .
    İnsan, bir şeyi “isterse” yapıyor. Önce istemek. . . Sonra, arkası geliyor.
    Bunu bir “pideci” yapabiliyorsa, herkes yapabilir. Yeter ki istesin! Para mı?. . . Nerelere harcamıyoruz ki? Üstelik çok fazla da gerekmiyor zaten. Sadece “istemek”. Bence, hepsi bu!
    Okul yıllarımda bir hocam vardı. Hep derdi ki; “çocuklar, hayatınıza estetik katın. Hayatta her şeyin bir estetiği vardır. Yolda yürümenin, yemek yemenin, konuşmanın estetiği. . . Ateşin yanışını bir izleyin; dans eder gibi yanar. . . Yaprağın daldan düşüşüne bakın bir kez; nazlı nazlı düşer, sonsuzluğa bırakır kendini, salına salına. . . Hiç ateş dümdüz çıksa, keyif verir mi izleyenlere? Yaprak, bir çizgi gibi inse yere, hiç hayran bıraktırır mı insanı kendine? Olmaz! Çünkü, dans eder gibi yanması ateşin, salına salına düşüşü yaprağın estetiğidir de ondan. O nedenle, siz de hayatınıza estetik katın çocuklar. Yaşamınızın bir estetiği olsun. Estetiği!. . . ”
    İstemekle başlıyor her şey! Sevmek bile!. . . Düşünün bir kez; bir çocuk nasıl istemez sevilmeyi, nasıl istemez bir gül koklanılmayı. . . Büyür mü çocuk sevilmeden, açar mı gül koklanmadan? Çocuk sevilmek, gül koklanmak ister elbette. . . Ama mutlaka ister!
    Gezmek de öyle!
    Bu, kendimiz, hayatımız, yaşadığımız kent için gerekli. Hem de çok gerekli. . .
    . . .
    Bu yüzden, bu site; sıradan bir restoran sitesi olmanın ötesinde, ilave ettiğim “ 
    GEZİLERİM “ başlığı altındakilerle –istemeye- hizmet etsin istedim.
    Eğer, yapmaya çalıştıklarım buna katkı sunarsa, bu site, ancak o zaman gerçek amacına ulaşmış olacaktır.
    Bunu çok isterim! Neden mi?
    …SON SÖZ:
    Unutmayalım ki, “ Bir şehri şehir yapan insandır, surlar veya gemiler değil.
    Thukydidas
    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...